31 Ekim 2009 Cumartesi

Kimi net konuştu




Ferrari ile sözleşmesini, karşılıklı anlaşmayla bir yıl önce sona erdiren Kimi Raikkonen, 2010 planlarına ilişkin olarak daha önce net bir açıklama yapmamıştı.

.
Toyota veya McLaren'a geçebileceği tahminleri yapılan Raikkonen, Fin televizyon kanalı MTV3'e verdiği demeçte, McLaren'ın Formula 1'de kalmak için tek gerçek şans olduğunu belirtti. "Toyota gündeme bile gelmedi" diyen Raikkonen, "F1 aracı kullanacaksam tek opsiyon McLaren" ifadesini kullandı.

30 Ekim 2009 Cuma

Bir Adanalı Hikayesi


Anlaşıldı. Bu yazıların ilk paragrafları genelde bir hafta öncenin hatalarını düzeltmeye ve bazı açıklamalar yapmaya ayrılacak.

Bizim BAL camiasında “Domat” lakabıyla tanınan sevgili Yusuf mail atmış. “Abi, anlattığın maçta ben de oradaydım” diyor, “Cowen geldiğinde maç başlamamıştı. Bizimkiler maçı geciktirmek için şalterleri indirip, elektrik kesintisi süsü vermişti. Adam salondan içeri girdiği anda, haliyle elektrikler de geldi ve az sonra hava atışı yapıldı.”

Bu bilgiyi, Perşembe günü tesadüfen karşılaştığım Celal Arısan’a da konfirme ettirdim. O günün Karşıyaka pivotu, bugünün FIBA gözlemcisi Celal, hem hafızası güçlü, hem de kişisel arşivi olan bir basketbol adamıdır (Yakın gelecekte onun arşivinden yararlanarak, yeni hikayeler yazacağım sizlere). Celal de Yusuf’la aynı şeyleri söyleyince, yanıldığım ortaya çıktı. Hepinizden özür dilerim. Demek ki, ben mecburi elektrik kesintisiyle maç saatinin geçmesini, maçın başlaması olarak kaydetmişim belleğime. Oluyor böyle şeyler…

Bu arada Karşıyaka’nın o “tarihi” maçından çok ilginç bir detayı da Celal Arısan ekledi: Cowen , hiç bilmediği bir ülkenin daha önce hiç duymadığı havaalanına inmiş, oradan apar topar taksiyle salona getirilmiş. Koşa koşa salona girmiş, kendisine verilen formaydı, şorttu her neyse, onları nefes nefese giymiş ve sahaya çıkmış. Adamcağız ilk beşte yok, tabii. Ama koç da kendisini birkaç dakika sonra oyuna sokmak istemiş. Amerikalıdan ilk soru: Koç, hangisi bizim takım?

Okurlara bir de açıklama borçluyum. 70’li yıllara ait anılara dalınca, benim Karşıyakalı olduğum gibi bir izlenim ortaya çıktı. O yıllarda İzmir’de yaşayan ve basketbolu seven her genç gibi ben de iki haftada bir Atatürk Spor Salonu’nun yolunu tutuyor ve şehrin ligdeki temsilcisinin tüm maçlarını izliyordum. Ama sıkı bir taraftar değildim. Çünkü, Karşıyaka’nın altyapısında oynamak için başvurmuş ama yatılı okulda okuduğum ve antrenmanlara devamsızlık yapabileceğim gerekçesiyle reddedilmiştim. Ben de gidip, o sıralar İzmir’in ikinci takımı olan Çayırlıbahçe’de başladım lisansiye basketbol hayatıma. Karşıyaka tarafından istenmemek, çocuk kalbimde bir burukluk yarattı ve sonraki yıllarda İzmir’deki maçları bir taraftar gibi değil, daha ziyade federasyon gözlemcisi havasında izledim.

Neyse, geçmişin potaları altında hoplayıp zıplarken, İzmir’e ve Karşıyaka’ya yine döneriz. Gelelim bu haftaki öykümüze…

Yıl 1981. Yabancı yasağıyla geçen sezonlardan sonra Federasyon, tuhaf bir uygulama ile kapıyı aralamış. Takımlar tek yabancı (Avrupa Kupaları’nda iki) getirebiliyor ama bir şartla: Yabancı oyuncunuz Türkiye’deki üniversitelerden birinde öğrenci ya da öğretim görevlisi olacak! “Hoppala” dediğinizi duyar gibi oldum. Hangi aklıevvelin kafasından çıktığı bilinmeyen bu dahiyane fikirle rezalet başlıyor. 30’una gelmiş, saçları dökülmüş koca koca adamlar Boğaziçi'lere, ODTÜ’lere kaydettiriliyor. Hatta Güney Sanayi daha da ileri giderek Bulgar Milli Takımı’nda yıllarca forma giymiş 41 yaşındaki Atanas Golomoev’i Adana’ya getirtiyor. Çukurova Üniversitesi’nde profesör yapacaklar heralde… Lakin dersler Bulgarca değil!

Herkesin işi kitabına uydurmaya çalıştığı o sezonda favori Eczacıbaşı. Lacivert-beyazlılar, Aydan Siyavuş yönetiminde 6 sezonda 5 şampiyonluk kazanmış ve Efe, Necati, Melih’ten oluşan iskeleti korumuşlar. Yabancı olarak da sahalarımızın gördüğü belki de en beyefendi sporcu olan Ron Haigler var. İlk turu 6’şarlı üç grup halinde oynanan, daha sonra gruplardan ilk iki sırada çıkan takımların final grubunda buluştuğu sezonda (bugünkü Euroleague statüsünü andırıyor) Eczacı’yı zorlayabilecek takımlar Efes Pilsen ile Beşiktaş…

Ancak daha ikinci haftada ilk sürpriz Adana’da patlıyor. Kadrosunda hiçbir şöhretli oyuncu barındırmayan Güney Sanayi, Eczacı’yı bir sayıyla yeniveriyor (Bunun sürpriz sayılmaması gerektiğini, Güney Sanayi’nin, Adana’da ev sahipliği avantajını maksimum derecede kullanarak herkesi yenebileceğini sonradan anlayacağız. Orada mağlup olan Karşıyaka, Fenerbahçe, İTÜ, Yenişehir gibi takımların oyuncuları, yenilgiye üzülmekten ziyade, canlarını kurtardıkları için sevinçliler).

Güney Sanayi-Eczacıbaşı maçından herhangi bir görüntü yok. Gazetelerde, bugün hâlâ tedavülden kalkmamış olan “Eczacı’ya Güney darbesi” klişeleri ve hemen altında, içinde sayı, yıldız ve devre sonucunu veren kutucuklardan başka bir şey yok. Herkes koskoca Eczacıbaşı’nın nasıl devrildiğini merak ediyor, birbirine soruyor ama fısıltı gazetesindeki “Çok fena pata-küte olmuş. Hakemler Güney Sanayi faullerinin yarısını çalmamış” manşetinden başka kayda değer bir bilgiden söz etmek imkansız.

Bu arada Eczacıbaşı, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Partizan ve Slavia Prag gibi devlerle başa baş oynuyor. Ligde de o güney kazasını saymazsak yenilgisiz gidiyor. Basketbol aleminde herkesin merakla İstanbul’daki rövanşı beklediğini söylememe, bilmem gerek var mı…

Hiç unutmuyorum, o gün Spor Sergi’de önce Fenerbahçe-İTÜ maçı var. Serde Teknik’liyiz, ben de Teknik tribünü tabir edilen bölümdeyim. Fenerbahçe son saniyede Fensal’in basketiyle kazanıyor, çok üzülüyoruz arkadaşlarla… Ama dağılmaca yok, ikinci maçta Eczacıbaşı, Güney Sanayi’yi ağırlayacak.

Ağır oluyor hakikaten Güney Sanayi için... Rahmetli Siyavuş bir dakika yerine oturmuyor. “Pres.. pres..” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor kenardan. 40 dakika pres yapan Eczacı, rövanşı feci bir skorla (154-48) alıyor. Spor Sergi’de alt katın yarıdan fazlası dolu. Taraftarlı kulüplerden biri sahada olmadığına göre, böylesi bir maç için olağanüstü bir seyirci topluluğu. Hayatımda ilk ve son kez duyduğum, hatta katıldığım bir tezahürat yükseliyor tribünlerden: “İstanbul… İstanbul…” diye bağırıyorlar. Bağırıyoruz.

Bulgar Golomoev, daha ilk yarıda oyundan atılıyor, kapılan her topta Ahmet Sarı adeta turnike idmanı yapıyor. O gün namusunu temizleyen Eczacıbaşı, sezonu sadece 3 yenilgiyle (üçüncüsü, Efe’siz gittikleri Antalya’daki final grubunda şampiyonluğu garantiledikten sonra Efes Pilsen’e) şampiyon bitiriyor. İkinci turu klasman grubunda oynayan Güney Sanayi ise ligi 9. sırada noktalıyor.

Yiğiter Uluğ

28 Ekim 2009 Çarşamba

Mclaren'de hedef Kimi ya da Jenson




Bu sezonu hayal kırıklığıyla tamamlayan organizasyonun iddialı ekipleri Ferrari ve Mclaren gelecek yıl bir kez daha hüsran yaşamamak için ince eleyip sık dokuyorlar

Ferrari Gelecek yıl için Felip Massa'nın yanında Fernando Alonso'yu getirerek Kimi Raikkonen'le vedalaştı

Sezonun son yarışı olan Abu dabi'de Kimi son kez kırmızı otomobilde yarışacak

Mclaren ise ezeli rakibinin yollarını ayırdığı fin pilotu kendi otomobilinin koltuğunu oturtabilmek için çalışıyor.

Şampiyonluğa yarışan bir takımda olmazsa Formula 1'i bırakıcağını söyleyen Kimmi Raikkonen'se İngiliz takımıyla flört halinde ve 25 milyon dolar civarında bir meblağ istiyor.

Mclaren yöneticileri Raikkonen'le anlaşırlarsa Heikki Kovalinenle yollar ayrılacak

Öte yandan İngiliz takımının görüştüğü bir başka ismin son dünya şampiyonu Jenson Button olduğu ifade ediliyor.

Her ne kadar Brawn GP şampiyon pilotunu bırakmak istemese de İngilz takımı iki ingiliz dünya şampiyonu pilotu birden yarıştırma fikrine sıcak yaklaşıyor.

Konuyla ilgili bir açıklama da Mclaren'in Dünya şampiyonu pilotu Lewis Hamilton'dan geldi

Hamilton McLaren'ın gelecek yıl, takımın gelişimine katkı sağlayacak ve takım içinde bölücü bir etkide bulunmayacak bir pilota ihtiyacı olacağını söyledi.

Daily Mail gazetesine konuşan İngiliz pilot, "Barış ve huzur içinde olduğu müddetçe takıma kimin geldiği önemli değil. Yeter ki, takımın ilerlemesine katkı sağlasın ve üretici olsun" dedi.

Button'ın İngiliz ekibine transferine de değinen Hamilton, "Jenson'ın takım arkadaşım olmasından memnun olurum. Aklı başında, kendini işine adamış biri. Dünya şampiyonu oldu. Gelecek yıl ister Brawn'da kalsın, ister McLaren'da yarışsın, zorlu bir rakip olacak" diye konuştu.

Hamilton'ın bu açıklamasının ardından Mclaren'ın Kovalainen'in yerine bir başka pilotu transfer etmesine kesin gözüyle bakılıyor

25 Ekim 2009 Pazar

Pazar Fotoğrafları #3 (Schumi, Todt'u kutlama yemeğine götürüyor)


23 Ekim 2009 Cuma

FIA'nın yeni patronu Jean Todt


Jean Todt, bugün Paris'te yapılan seçimleri kazanarak FIA'nın yeni başkanı oldu. Eski Ferrari takım patronu Todt, Uluslararası Otomobil Federasyonu başkanlığı için, eski ralli dünya şampiyonu Ari Vatanen'e karşı yarışıyordu.

Morg bekçisi Coffey ve maç ortasında gelen Amerikalı




Basketbol diye bir oyunun varlığını öğrendiğimde 9 yaşındaydım. Yıl 1971, İzmir’de yaşıyoruz ve rahmetli babam, beni elimden tutup Akdeniz Oyunları’ndaki bütün yarışmalara götürüyor. Atletizm, yüzme, futbol, güreş, boks… Hepsi müthiş heyecan verici. Ama hiç unutulmayan, beynime mıh gibi çakılan anlar iki spor dalına ait: Tramplen atlama ve basketbol.



1968 Meksiko City Olimpiyatları’nda kule atlamada altın, tramplende gümüş madalya kazanmış İtalyan Klaus Dibiasi için İzmir’deki Akdeniz Oyunları, bir yıl sonra Münih’te yapılacak olimpiyatların provası gibi… Havuzdan metrelerce yükseklikte kulenin üzerinde bir mum gibi amuda kalkan, sonra saltolarla, taklalarla havada adeta bir tesbih böceğine dönüşen ve suya bir bıçak gibi saplanan mucize adamı hayretle izliyor çocuk gözlerim. Ve Türkiye-Yunanistan basketbol maçı: Komşu’yu yarı finalde farklı yeniyoruz. Bütün hatırladığım, hınca hınç dolu Atatürk Spor Salonu’nda ancak çok yukarılarda bir yer bulabildiğimiz ve o gün kırmızı formayla oynayan bizim takımın, özellikle hızlı hücuma çıkarken sahada çok güzel gözüktüğü… Basketbol aşkım oracıkta başladı büyük olasılıkla. Milli takımın antrenörü Yalçın ağabeymiş (Granit) meğer… Bunu da yıllar sonra, Yalçın Abi ile tanışınca öğreneceğim.



Babamın elinden tutmadan, kendi kendime (ya da arkadaşlarımla) gittiğim ilk basket maçı 1976-77 sezonunda olmalı. Çok net hatırlamıyorum. O sezon İzmir’i ligde temsil eden Karşıyaka’nın kadrosunda yabancı oyuncu yoktu. Fakat bir sonraki yıl, Kafkaf da modaya uydu ve bir Amerikalı getirdi.



Eczacıbaşı, NBA’den önceki profesyonel lig olan ABA’nın parkelerinde bir hayli toz yutmuş olan Frank Card’ı almış, Tofaş kadrosunu, bugüne kadar gördüğüm en şekilsiz şut stiliyle atan, ama acayip sokan solak Yugoslav Kotaraç’la güçlendirmiş, Yenişehir Meysu, bir yıl önce Galatasaray formasıyla büyük iş yapan Benjamin McGilmore’u transfer etmişti. Yeni Asır gazetesi, Karşıyaka’nın da Amerikalı bir oyuncu getirdiğini yazıyor, biz de onu sahada görebilmek için maçları iple çekiyorduk.



Sonunda tanıştık Ernest Coffey’le… 1.94-1.95 boylarında, uzun kollu, çok kalın bacaklı, sıçradığı zaman yere inmesi için herkesin saniyelerce beklediği müthiş bir atletti. Hangi kolejden gelmiş olduğuna dair bir bilgim yok. Zaten o zamanlar bu tip şeyleri bilmezdik. Türkiye Ligi’nde oynayan bazı Amerikalılar, NATO göreviyle Karamürsel, Gaziemir ya da Mürted gibi üslere gelmiş Birleşik Devletler ordusuna mensup askerlerdi, NCAA kariyerleri yoktu. Yerel basın, Coffey’nin, İzmir’e gelmeden önce memleketi olan Cleveland’da morg bekçiliği yaptığını yazmıştı. Doğru mudur bilemem, onların yalancısıyım.



Karşıyaka eşofmanlarının Coffey’nin kalın bacaklarını saramaması ve adamcağızın ısınmalara mecburen şortla çıkması, bir maç öncesi smaç yaparken kırdığı çember yüzünden karşılaşmanın yaklaşık bir saat geç başlaması, bir başka maçta kafasını potaya çarpıp kısa bir baygınlık geçirmesi, o günlerden aklımda kalmış bazı detaylar. O dönem Karşıyaka’nın uzunları Şadi ile Celal’di. Milli Takım kadrosunda da yer alan ve biri 2.00, diğeri 2.03 boyunda olan bu uzunların (!) yanında, 3 numara pozisyonu her daim Nadir Vekiloğlu’na (Arda’nın babası) aitti. Bu durumda Coffey’e 2 numara kalıyordu. Dış şutu pek güvenilir olmayan, genelde açık saha oyununu seven Amerikalı, sayılarının çoğunu çembere giderek, yakın mesafeden buluyordu. Tribünleri ayağa kaldıran akrobatik hareketleri, kendisinden çok daha uzun oyunculara yaptığı inanılmaz bloklar vardı, tamam da, sete sete hücumlarda bazen kaybolup gidiyordu.



Karşıyaka, Ernest Coffey’li iki sezonda Eczacıbaşı, Efes Pilsen, Tofaş gibi geniş bütçeli takımların hemen altında yer almayı, Türkiye’yi Koraç Kupası’nda temsil edecek dereceler yapmayı başardı. Ve federasyonun ligde yabancıları yasakladığı 1979-80 sezonu geldi çattı. Avrupa Kupası’nda yabancılara izin vardı ama hiçbir Amerikalı, sadece birkaç maç için Türkiye’ye gelmeyi kabul etmiyordu. Coffey de morgdaki eski işine dönmüştü galiba… O günlerde İzmir gazeteleri, Karşıyaka’nın bir Amerikalı ile görüştüğünü, Coffey’den daha iyi olan bu oyuncunun gelmesinin an meselesi olduğunu haber verdi. Ama maç günü de çok yaklaşmıştı. Kırmızı-yeşilli ekip, eşleştiği Belçika temsilcisi Fleurus ile ilk maçı içeride oynayacaktı. Ne kadar kaliteli olursa olsun, takımla doğru dürüst antrenmana çıkmadan, bir yabancı oyuncu nasıl faydalı olabilirdi ki?



Kafamızda “Amerikalı var mı, yok mu?” sorularıyla salonun yolunu tuttuk. Takımlar sahaya çıktı, Karşıyaka’da yeni bir yüz yok. Ama koç Atakan Karakaplan ile yönetici Ateş Özerk’te bir tedirginlik var; dönüp dönüp tribüne, kapılara doğru bakıyorlar. Fısıltı gazetesi hemen devreye girdi: “Amerikalı yoldaymış, yetişecekmiş.”



Maç başladı bu arada. İlk yarı kafa kafaya gidiyor. İşte tam o sırada Karşıyaka bench’inin arkasından başlayan bir alkış duyuldu. Döndük baktık, sırtında ceketi, kolunun altında spor ayakkabıları, 2 metre civarında bir zenci merdivenlerden iniyor. Kıyamet koptu. Tamam, şimdi bitireceğiz Belçikalıların işini! Adamcağız da daha bir saniye bile oynamadan bu kadar ilgiye mazhar olmanın verdiği utangaçlıkla boynunu büktü, soyunma odasına doğru koştu.



O maçta lisans işlerini nasıl hallettiler, o Amerikalıya uygun formayı nasıl buldular hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim, ilk yarının ortalarında oyuna giren ve adını bilmediğimiz bu oyuncunun hiç de fena olmadığıydı. Ertesi gün gazetelerden öğrendik ismini: Roland Cowen’mış ve 11 sayı atmış (Bu bilgileri bana hatırlatan “Türk Basketbolunun 100 Yıllık Tarihi” kitabına ve yazarı Mehmet Durupınar’a teşekkür borçluyum).



Ne yazık ki, Cowen’ın sayıları tura yetmedi. O gün “Amerikalı geldi, geliyor” ruh haliyle hiç konsantre olamayan Türk oyuncuların tutukluğu yüzünden, ilk maçı evinde 58-69 kaybeden Kafkaf, ikinci randevuda çok uğraşmasına rağmen, tura yetecek skoru bulamadı. Roland Cowen’ın Türkiye macerası da bu kadarla kaldı. Muhtemelen iyi bir oyuncuydu ve kurallar izin verse, belki de uzun yıllar Türkiye’de oynayacaktı, garibim…



Geçenlerde Eurobasket’ten baktım. O gün Karşıyaka’yı eleyen Fleurus, şimdi Belçika ikinci liginde. Cowen’ın ahı tutmuş olmalı.



Yiğiter Uluğ

Raikkonen'in geleceği




Ferrari'den sezon sonu ayrılacak Kimi Raikkonen'i isteyen birçok takım var. Her ne kadar McLaren bu adayların en güçlüsü oalrak gösterilse de, başka takımlarda Fin pilotu otomobillerinde istiyorlar. Bunlardan biri de Toyota. Hatta vakit kaybetmeden bir de teklif yaptılar Kimi'ye ancak Toyota - Raikkonen birlikteliği başlamadan bitti. Kimi Raikkonen Toyota'dan büyük bir ücret talep etmiş.

Toyota F1 Başkanı John Howett de, Kimi Raikkonen'in çok yüksek rakamlar talep ettiğini, ücret konusunda bir düşüş olmadığı sürece de Fin pilotla anlaşmaya varamayacaklarını söyledi.

Daha önemlisi Raikkonen Howett'e 2 takımla daha görüştüğünü iletmiş. Acaba şampiyonluğa yarışacak bir takıma gideceğim diyen Buz adam Mclaren'e adım adım gidiyor mu?

Bekleyip göreceğiz...

22 Ekim 2009 Perşembe

Kardeniz'de gemileri batanlar







20 Ekim 2009 Salı

Barcelona'da Karadeniz Fırtınası



Şampiyonlar Ligi F Grubu karşılaşmasında Barcelona sahasında Rubin Kazan'a 2-1 yenildi. Rus ekibinin galibiyet golünü 73. dakikada Gökdeniz Karadeniz attı. Bu hem Rus ekibi hem de Gökdeniz için tarihi bir geceydi. Tebrikler Gökdeniz'e.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Button'a alkış Senna'ya selam olsun...

Hayat ne garip. 2000 yılında ingiliz basını geleceğin büyük şampiyonu olarak tanıtmıştı onu. Aynı sene; Rubens Barrichello Schumacher'in yanında Ferrari cennetine girmişti. Rubinho Schmacher'den sekecek bir şampiyonluğun hayaliyle yarıştı kırmızı tulumla.

Yarıştı.. yarıştı..yarıştı...

İngiliz Basını haklı çıktı. Button geleceğin şampiyonu yakıştırmasını 9 yıl sonra doğruladı. İngilizler yakın gelecekte beklerken, Button uzak gelecekte başardı. Rubinho ise hala kovalıyor.

Dünya Şampiyonu takım arkadaşına padok'daki bu sarılmanın ardından özel jetini tahsis edecek kadar büyük bir adam Rubinho. Button Interlagos'taki küçük partinin ardından, Londra'daki büyük partiye Rubinho'nun Jetiyle gitti. İngiltere 2. kez üst üste, F1'de şampiyon pilot çıkarmanın coşkusunu yaşıyor.

Schumacher döneminde, bir İngiliz kahraman aramışlardı. Şimdi onlarda daha fazlası var. İşin ilginç tarafı geçen yıl 22 numaralı otomobille yarışı 5. bitiren Hamilton'ın Dünya Şampiyonluğunu takiben, Button'da 22 numaralı otomobille Brezilya yarışını 5. bitirip Dünya ŞAmpiyonu oldu. İkisi de Brezilyalı rakiplerini geride bıraktılar. Senna'nın ruhu hala acı çekiyor...

Button'a alkış Senna'ya selam olsun...


Okay Karacan

18 Ekim 2009 Pazar

Şampiyon Jenson Button ve Brawn GP


Jenson Button Brezilya Grand Prix'si sonrasında 2009 Formula1 Dünya Şampiyon'luğunu ilan etti. Brawn GP pilotu yarışı 5. sırada tamamlamasına rağmen sezonun bitimine 1 yarış kala 89 puan ile şampiyonluğunu ilan etmeyi başardı. Button şampiyon olurken takımı Brawn GP'de Formula1 tarihindeki ilk sezonunda takımlar şampiyonu olarak büyük bir başarıya imza attı.

Jenson Button: “Kartta ilk yarıştığımdan bu yana 21 sene geçti. Formula 1’de dünya şampiyonu olabileceğimi hiç beklemiyordum, çünkü Formula 1’deki yarış pilotları sizden farklıydı. Bugün ise ben de onlardan biriyim”

Pazar Fotoğrafları #2 (Formula 1 - Brezilya GP - Ferrari'yi çekmek)

16 Ekim 2009 Cuma

Yıldırım'ı Kurtaran 'Memur Muhittin Bey'




Basketbol dünyasında antrenörlük ve hakemlik hariç her işi yaptım. Gün geldi, çalıştığım derginin bütçesi yetmedi, muhabir olarak gönderildiğim turnuvada fotoğraf da çektim. Gün geldi, federasyonda yönetmelikler değiştirilirken, işin sekretaryasını üstlendim. Gün geldi, David Stern’le röportaj yapacak kadar şanslı bir yazar ve Fast Break Dergisi Yayın Yönetmeni oldum. Gün geldi, Türkiye’nin Avrupa Şampiyonası’nı alabilmesi için yapılan kampanyada çalıştım… Gün geldi, Karadeniz’deki Avrupa Yıldızlar Şampiyonası’nda hakem ve gözlemcileri ağırlamakla görevlendirildim.

Ve bu arada, çok kısa bir süreliğine bir takımda menajerlik de yaptım.

Yıl 1992… Turgay Demirel Mart ayında başkan seçilmiş, yaz boyu yönetmelikler değiştirilmiş ve yeni sezonda ligimiz, her takımda iki yabancıya izin vererek başlıyor. İzmit temsilcisi Nasaş, transferde Levent Topsakal’ı alarak iddialı olacağını göstermiş. Kadroda Recep Şen, Yalçın Küçüközkan, Yusuf Erboy, Turgay Çataloluk gibi deneyimli ve kapasiteli isimler var zaten. İki iyi Amerikalı transferiyle final kovalamak işten değil. Bu arada Çukurova kapanıyor ve açıkta kalan oyunculardan Ömer Büyükaycan, koç Necati Güler’in önerisiyle transfer ediliyor. Amerikalılardan biri için ayırdığı bütçeyi buraya harcayan Nasaş, artık tek yabancı peşinde ve o da John Spencer oluyor (daha önce İTÜ ve Karşıyaka). İşte o günlerde kulüp başkanı Fethi Ağalar’ın danışmanı olan Ömer Araz, bana “Bu takımın menajeri olur musun?” diyor. Oluyorum ve işe başladığım ilk gün Ömer Büyükaycan’la birlikte doktora gidiyoruz. Milli oyuncumuza fıtık teşhisi konuyor ve ligin ilk 7-8 maçında oynayamayacağı ortaya çıkıyor. Eyvah! Sezon açılmak üzere… Avrupa Kupası maçları da var. Acilen bir uzun bulmamız lazım. Benim Nasaş menajerliğinde geçirdiğim yaklaşık altı ay, sürekli bir yabancı arayışından, gelen ve gidenlerin dertleriyle uğraşmaktan ibarettir. O fasılda yaşananları bir başka gün uzun uzadıya anlatırım. Şimdi biraz öteye atlayalım.

O sıralar Nasaş’ta kondisyonerimiz olan Yüksel Tezel, aynı zamanda Yıldırımspor için de çalışıyor. İki takım da birinci ligde ama Nasaş, antrenmanların çoğunu İstanbul’da yaptığı için böyle bir işbirliği olabiliyor. Koç Okan Çevik ve yardımcısı Ekrem Memnun, Yıldırımspor’da sıkıntılı günler yaşıyor. Takım lige kötü başlamış, yanlış hatırlamıyorsam ilk yedi maçta yalnızca bir galibiyet alabilmiş. Christian Todd adında beyaz bir guardları var ama oyun kurucu değil. O nedenle sorun büyük. Bir deplasman yolculuğunda, Yüksel Tezel bana “Bizim takım için uzun ararken, gözüne iyi bir oyun kurucu çarparsa Yıldırım’a önerir misin?” dedi. Ertesi gün masamın üzerindeki faks tomarını bir daha karıştırdım, listelere daha dikkatli baktım. O da ne? Sergei Bazarevitch yazıyor! Yahu bu adam, daha birkaç ay önce Barcelona Olimpiyatları’nda oynamadı mı? Nasıl işsiz olur?

Açtım telefonu, ajanına sordum. “İşsiz değil, şu anda Dinamo Moskova’da oynuyor ama uzun süredir parasını alamıyor. Herhangi bir Batı Avrupa kulübüne gitmeye razı. Yeter ki, Moskova’dan ayrılsın” dedi. Yıldırımsporlulara söyledik, “Kasedi var mı?” dediler. Hoppala! Hocam, adam olimpiyatta Bağımsız Devletler Topluluğu takımında (Sovyetler Birliği yıkıldığı için o turnuvada bu isim kullanılmıştı) Volkov’la, Tikhonenko’yla yan yana oynamış, ne kasedi?
Neyse uzatmayayım, Bazarevitch 35 bin dolara evet diyor ve Moskova’dan uçağa biniyor. Havaalanında onu karşılamaya Ekrem Memnun gitmiş. Belki hatırlarsınız, Bazarevitch saha dışında gözlükle gezen bir adamdı. Eko karşısında üstü başı son derece sıradan, günlerdir yemek yememiş gibi zayıf ve solgun, gözlüklü ve memur bıyıklı bir adam görünce paniğe kapılmış, “Yahu yanlışlık olmasın, bu adamda hiç olimpiyat görmüş basketçi tipi yok” diye.

İşte o “Memur Muhittin Bey kılıklı adam”ın gelmesiyle Yıldırımspor inanılmaz bir çıkışa geçti. Bazarevitch’in 20-25 sayı, 4-5 asistlik performanslarıyla üst üste galibiyetler aldı, hatta Rus oyun kurucunun 30 sayı attığı maçta Fenerbahçe’yi yenerek sezonun en büyük sürprizine imza attı ve “düşer” denilen takım, sezonu 12 galibiyetle orta sıralarda noktaladı.

Bazarevitch, çok süratli, orta sahayı çabuk geçen, çabuk düşünen ve kendi şutunu yaratarak, onu da genelde isabetli kullanan müthiş bir guarddı. Daha önemlisi, iyi bir insan, mükemmel bir takım arkadaşı, sorunsuz bir profesyoneldi. O Yıldırımspor camiasını, Yıldırım da onu çok sevdi ama sezon sonunda ayrılık çanları çaldı. Çünkü Tofaş, ligin altını üstüne getiren bu yıldıza 135 bin dolar önermişti!

Daha sonra 1997-98 sezonunda Türk Telekom forması da giyen (sadece Avrupa Kupası maçlarında) Sergei’yi isterseniz, bugünün Daçka koçu Ekrem Memnun’a sorun. Size, onun en iyi dostlarından biri olduğunu ve aralarındaki iletişimin hala sürdüğünü söyleyecektir.

Sergei Bazarevitch, bugün Dinamo Moskova’nın koçu. En son iki yıl önce Torino’da, ULEB Kupası sekizli finallerinde karşılaştık. Pek değişmemiş. Ona basketbolcudan çok tapu memuru görünümü veren bıyıklarına birkaç ak düşmüş, o kadar.

Yiğiter Uluğ

NBA'de Korkunç Şüphe




İnsanlığın son yıllarda karşılaştığı en ciddi salgın hastalıklardan biri olan domuz gribi, Amerikan NBA'e de sıçradı.

Cleveland Cavaliers'ın dünyaca ünlü yıldız oyuncusu LeBron James'in bir süredir antrenmanlara alınmama nedeninin süper yıldız'ın domuz gribine yakalanması olduğu ifade edildi

Yıllık 30 milyon dolarlık geliriyle dünyanın en çok kazanan sporcuları arasında yer alan James'te H1N1 virüsünün belirtileri görüldüğü ileri sürüldü.

Cavaliers'te, James'in yanı sıra Darnell Jackson ve Coby Karl'ın da virüs şüphesiyle takımın antrenmanlarına alınmıyor.

NBA yönetimi bu iddia karşısında alarma geçerken; 3 oyuncunun durumu yapılacak son testlerden sonra netleşecek.

Bu yıl Cleveland forması giyecek olan Shaquille O'neal bu sezon görevim kralı korumak demişti. Ama elbette kimse bu durumu beklemiyordu. Umarız Lebron'un ve hastalıkla mücadele eden herkesin durumu bir an önce düzelir

Chelsea Trail Blazers


Petr Cech- Lamarcus Aldridge - Didier Drogba

15 Ekim 2009 Perşembe

Sivasspor ve Muhsin Ertuğral




Yaptığı açıklamalarla sık sık başarılarını gölgelese de, Bülent Uygun'un Sivasspor'u diğer Anadolu takımlardan başka bir boyuta taşıdığı su götürmez bir gerçek. Ancak elbette bu sene özellikle oyuncu değişikliklerinin ardından sistem çöktü ve Bülent Uygunla Sivasspor'un yolları ayrıldı.

Sivasspor yönetiminin Bülent Uygun'un ardından yapacağı hamle çok önemliydi. Aslında kimsenin beklemediği bir müdahalede bulunarak yurt içindeki adayları atladılar ve taraflı tarafsız herkesin desteğini alan bir ismi takımın başına getirdiler. Muhsin Ertuğral.

Ansiklopedik bir bilgi ile Özellikle Afrika'daki başarılarıyla tanınan Ertuğral, 1979-1989 yılları arasında sırasıyla Köln, Union Solingen, Standard Liege, Antalyaspor, Eskişehirspor ve Sindelfingen takımlarında oynadıktan sonra dizindeki sakatlık nedeniyle aktif futbol yaşamına son noktayı koydu. Trabzonspor’da yardımcı hocalık yaptı. Birleşik Arap Emirlikleri, Tunus, Mısır, Avusturya, Demokratik Kongo ve Güney Afrika’da teknik adamlık görevlerini üstlendi. En önemli başarısını Güney Afrika kulübü Kaizer Chiefs’te yaşadı. Chiefs, 2001’de bu ülkeye Afrika Şampiyonlar Ligi’ni kazandıran ilk takım olmayı başarmıştır.

Son olarak Ajax Cape Town'ın başındaydı. İyi derecede ingilizce ve almanca biliyor.

Muhsin Ertuğral ilk yaptığı açıklamada Sivasspor'un iyi bir takım olduğunu tek sorunun mental açıda yaşandığını ve bunu aşacaklarını söyledi.

Ne olursa olsun Sivasspor başkanı Mecnun Odyakmaz ve ekibi vizyonlu bir iş yapmışlardır. Önemli bir hamle yapmışlardır. Aslında bunun önemli bir hamle olduğunu Ajax cape town takımının kaptanı Brett Evans'da gösterdi.

Evans kickoff.com'a yaptığı açıklamada Muhsin Ertuğral'ın takımdan ayrılışına üzüldüklerini söyledi. Evans ayrıca, "Bize ani bir şekilde ayrıldığını açıklamaya geldiğinde duygusal anlar yaşadık. Onnun ayrılışı bizi hayal kırıklığına uğrattı. Fakat kararına saygı duymak zorundayız. Aynı zamanda onun adına seviniyoruz; daha büyük bir ligde, daha büyük bir takımı çalıştıracak. Hocamızı özleyeceğiz" ifadelerini kullandı.

Türkiye'yi yurt dışında uzun bir süre başarıyla temsil eden Muhsin Ertuğral hoca'ya Sivas'taki kariyerinde başarılar

13 Ekim 2009 Salı

Oyuncu değişikliği


Brezilya medyası, pistlerin en tecrübeli ismi Brawn GP pilotu Rubens Barrichello'nun, gelecek sene için Williams'la sözleşme imzaladığını bildirdi.

Konu hakkında daha önce F1 dünyasında yayınlanan haberler, Brezilyalı pilotun menajeri tarafından yalanlanmıştı. Ancak bu kez aynı haber Globo televizyonu ve Folha de S.Paulo gibi daha güvenilir kaynaklardan bir kez daha yayınladı. Haberlerde taraflar arasında anlaşmanın imzalandığı da belirtildi. Haberlerde ayrıca Brawn GP'de Rubens'ten boşalacak koltuğuna, Williams'tan ayrılacak genç pilot Nico Rosberg'in oturacağı ifade edildi.

Nico - Rubens değişikliği bir süredir konuşuluyordu. Brezilya basını da bir nevi durumu konfirme etmiş oldu. Kısaca öndeki fosforlu rengi taşıyan otomobilin pilotu mavi beyaz otomobilin pilotları yer değiştirmiş olacak.

Alonso vs Medya


e, kırmızı otomobilin koltuğuna oturmak kolay değil tabi...

12 Ekim 2009 Pazartesi

Istanbul'da oynamadı NBA'e yıldız oldu


Yıl 1988, yaz ayları… Her sene ligin otomatik şampiyonluk adayları arasında sayılan, ama bir önceki sezon play-off’un ilk turunda elenerek yarışa erkenden havlu atan Efes Pilsen çok iddialı. Koç Aydan Siyavuş, İTÜ’den Levent Topsakal’ın transfer edildiğini görüp, rahat bir nefes aldıktan sonra ABD’nin yolunu tutuyor. Amacı, skorer bir Amerikalı bulabilmek. Siyavuş yaz liglerinde birkaç hafta gezindikten sonra, İstanbul’a beklenen iyi haberi yolluyor: “Tam istediğimiz adamı buldum. Power forvet ama dışarıdan da etkili. Ayakları çok çabuk. Bire birde herkesi yener. Zaten NCAA sayı krallığında üçüncü olmuş”.

Rahmetli Siyavuş’un “tam bize göre” diye tarif ettiği adam Anthony Mason… 2.03 boyunda, yaklaşık 115 kilo, Tennessee State mezunu, solak. Vücudunun üst kısmının müthiş iri ve güçlü, buna karşılık bacaklarının ince olması ilk bakışta komik bir görüntü.

Pazarlıklar pek uzun sürmüyor; Efes, menejerin istediği 75 bin doları kabul ediyor ve Mason Eylül ayında İstanbul’a iniyor. Buraya kadar her şey güzel… Ancak bu arada Murat Murathanoğlu’nun Siyavuş’a “Abi, bu adam sahada iyidir de, saha dışında sık sık başı belaya girer. Ben onun problemli bir oyuncu olduğuna dair bir sürü şey okudum. Sen bu Mason’a fazla dayanamazsın” demesi, tecrübeli çalıştırıcının keyfini kaçırıyor. Ama olan olmuş, imzalar atılmış, o saatten sonra daha iyi bir alternatif bulma şansı da yok.

O sıralar çalışmakta olduğum Gelişim Spor dergisinde sezon öncesi takımları tanıtabilmek için antrenmanları ve hazırlık maçlarını izliyorum, koçlarla konuşuyorum. Tek yabancıya izin verilen ligde Çukurova, tercihini Baylor mezunu Darryl Middleton’dan yana kullanmış. Çukurova koçu Halil Üner, “Middleton 55 bin dolar ama Mason’dan çok daha iyi. Zaten kolejde karşılıklı oynadıkları maçlarda ona hep üstünlük sağlamış” diyor. Fenerbahçe’de zaten “Örümcek Adam” Pete Williams, Eczacıbaşı’nda daha sonraları ligimizde gerçek bir efsaneye dönüşecek Larry Richard var. Galatasaray, İspanya Liginden 2.10’luk kule Art Housey’i getirmiş, Tofaş’ın yabancı transferi NBA kariyerli Steffond Johnson… Sabırsızlıkla sezonun açılmasını bekliyoruz.

Lig başlıyor ve ilk iki haftada Efes, Fener ile Tofaş’ı kıl payıyla yenmeyi başarıyor. Ancak Aydan Siyavuş, pota altını emanet ettiği Mason-Emir Turam ikilisinden pek memnun değil. Fenerbahçe maçında Pete Williams-Can Sonat, Tofaş maçında Steffond Johnson-Efe Aydan çiftleri Efes potası altında cirit atıyor. Tecrübeli koç, savunmada elini kaldırmayan, sadece top eline geldiğinde en kolay yoldan sayı bulmaya oynayan Mason’u sık sık kenara çekip fırçalıyor. Bu sert çıkışlara genç Amerikalı ne kadar kulak veriyor, belli değil.

O zamanlar bir haftasonunda en az 4-5 birinci lig maçına ev sahipliği yapan Spor Sergi’nin kantini önünde karşılaştığım Mason, genelde mutlu-mesut görünüyor. Boynunda, af buyurun köpek tasması büyüklüğünde altın bir kolye, ucunda bakla kadar harflerle “Mason” yazıyor. İlk transfer taksitini alır almaz, Kapalıçarşı’nın yolunu tutup, altına yatırım yapmış bizimki…

Haftalar ilerliyor ve Mason-Siyavuş diyalogunda ilk fırtına, Koraç Kupası maçında, Zadar’da patlıyor. Mason savunmayı ve geri koşmayı tamamen boşlayınca Zadar, Efes’i 39 farkla mağlup ediyor. Rövanşta ne kadar yırtınsan boş… Avrupa rüyası daha ikinci turda finito.

Bir iyi-bir kötü derken Ocak ayını buluyorlar. Arada Mason’un Aksaray’da saçma sapan pavyonlarda görüldüğünü duyuyoruz. Bir-iki defa idareciler tarafından karakollardan toparlanıyor. Hatta bir gece Yeşilyurt’taki evinde iyice kafayı bularak, davetlisi olan kadınları yaka paça dışarı attığı, hızını alamayıp, salondaki kanepeyi balkondan sokağa fırlattığı bir şehir efsanesi halinde konuşuluyor. Mazbut kulüp Efes Pilsen, ne kadar saklamaya çalışsa da, mızrak çuvala sığmaz hale gelmiş…

İşte o günlerde kaybedilen bir maçtan sonra Aydan Siyavuş, takımın iznini iptal ediyor ve hem ceza idmanı, hem de toplantı koyuyor. Toplantıya, Mason elinde koskocaman bir palayla geliyor. Belli ki Kapalıçarşı ziyaretleri sadece kuyumcularla kısıtlı değil, antikaya da merakı var oğlanın!.. Siyavuş, tane tane konuşarak oyuncularının hatalarını anlatmaya koyulurken, Mason palasının ucuyla dişlerini karıştırmaya başlıyor. Bu bir mesaj mı, tehdit mi, bilinmez ama bardağı taşıran son damla oluyor ve toplantı sonrası Mason’un bileti hemen kesiliyor.

Bugünden bakınca, Miami’de doğmuş, Amerika’nın güney eyaletlerinde büyümüş ve Efes’e gelmeden önce hiç ülkesinin dışına çıkmamış bu cahil taşra delikanlısının, omzuna konan talih kuşunun farkında olmadığı anlaşılıyor. Mason, Türkiye’den ayrıldıktan sonra Venezüela’da ve o dönemde Amerikan basketbolunun ikinci ligi sayılabilecek CBA’in çeşitli takımlarında süründü. Üç yıl sonra şansı bir kez daha güldü ve New York Knicks koçu Pat Riley, yaz kampında kendini yerden yere atan bu sert adama bir kontrat önerdi. 1991-96 arasında New York’ta forma giyen ve bu süreçte iki kez NBA finalinde oynama onuru yaşayan Mason, 1995’te de ligin en iyi altıncı adamı seçildi.

Anthony Mason, Türkiye’de tutunamadığı halde kariyerini daha sonra NBA’de sürdüren ve önemli başarılara imza atan ilk, belki de tek oyuncudur. Ne tuhaf! İstanbul’dayken savunmada elini bile kaldırmadığı ve geri koşmadığı için eleştirilen Mason, NBA’de hep savunma sertliğiyle ve gerektiğinde parkeye burun üstü atlayan özverili oyuncu kimliğiyle şöhret yaptı. Charlotte, Miami ve Milwaukee duraklarından sonra kariyerini 2003’te noktaladı. Oğlu Anthony Mason Jr ise şu anda St. John’s Üniversitesi’nde ailenin basketbol geleneğini sürdürmek için ter döküyor.

MERAKLISI İÇİN NOTLAR: O sezon şampiyonluk, Orhun’lu, Tamer’li ve Larry Richard’lı Eczacıbaşı’nın oldu. Tıpkı bir yıl önce olduğu gibi… Finalde Eczacıbaşı’nın rakibi Middleton’lu Çukurova’ydı. Kariyerinin zirvesinde Barcelona, Badalona ve Panathinaikos gibi devlerin formasını giyen Darryl Middleton, 43 yaşına geldi ama hala basketbola doyamadı. Şu anda İspanya İkinci Ligi'nde, St. Joseph Girona takımında… Steffond Johnson’da büyük hayal kırıklığı yaşayan Tofaş, o yıl haftalar önce ligden çekilmiş olan Tekirdağ Salat’ın ardından küme düşen ikinci takım oldu.

Yiğiter Uluğ

11 Ekim 2009 Pazar

Geçmiş olsun Timo




Japonya Grand Prix sıralama turlarında geçirdiği kazada sakatlanan Timo Glock'un Brezilya Grand Prix'sinde yarışamayacağı açıklandı.Glock'un yerine Toyota'nın Japon pilotu Kamui Kobayashi, Sau Paulo'da ilk kez Formula 1 yarışına katılacak.

Aslında Alman pilottaki tek sorunun bacağındaki kesik olduğu düşünülüyordu. Ancak Almanya'da yapılan testler sonucunda Glock'un omurunda çatlak olduğu tespit edildi.

Geçmiş olsun Timo diyelim.

Pazar Fotoğrafları #1 (F1 - Japonya GP'nin ardından)

10 Ekim 2009 Cumartesi

DAUM TUTTURAMADI

BİR ATASÖZÜ DER Kİ;



Öfkeyle kalkan,

Zararla oturur!

48 YILDA BİR GİDERİZ !

VARSA YOKSA SİLVERSTONE HAVASI


Başladığında sıradan gözüken, sonra efsaneleşen F1 2009 sezonu iki yarış sonra bitiyor. Sezonun en keyifli hadisesi Silverstone'un muhteşem kalabalığıydı. Buram buram F1 kokan o havayı solumak isterdim. Neyse, kısmet değilmiş, bugünlerde 2010 İngiltere yarışı için Donnington Park'ın şansının azaldığı haberlerini duyunca gelecek sene için umutlanıyorum.Bay Ecclestone gerekli finansı sağlasalar bile pisti yetiştirmeleri zor dedi. Muhtemelen Pazartesi Donnington'un, dolayısıyla Silverstone'un kaderi belli olacak. Gönlüm Silverstone'dan yana..
Bernie Ecclestone 2003'de F1 düzenlemek için sıraya giren ülkelere arka arkaya randevu veriyor, uygun gördükleriyle randevulaşıyordu.O randevulardan birini koparıp F1 takvimine bizde girmiştik. F1 sözü alan herkes Bernie'ye, tam olarak nasıl bir pist yapmamız gerektiğini görmek için Silverstone'a gelip bir bakalım diyordu. Bernie o dönem eskimekte ve ihtiyaç karşılamaktan öte eski olan Silverstone'dan uzak durun kendinize başka modeller yaratın diyordu.
O tarihten sonra yapılan pistler her bakımdan daha modern ve yaşanabilir olsa da hiçbiri Silverstone'un ciğerlerimize doldurduğu F1 havasına sahip olamadı.
Herkes pist yapıp F1 takvimine bir şekilde girdi ama F1'in efsane ruhunu çalamadı. Bernie, pazartesi günü Silverstone'a güneş doğabileceğini ima ediyor.Yarış 2010'da Silverstone'da kalırsa her ülkenin gidip modern pistlerinin içine nasıl ruh üfleneceğini öğrenme fırsatı olacak.

Massa'nın gözü tamamen iyileşti


Macaristan GP sıralama turlarında Brezilyalı pilotun sol gözünün üst kısmına Rubens Barrichello'nun otomobilinden çıkan bir yay parçası çarpmış ve ciddi hasarlar bırakmıştı. Bir süredir tedavisine devam edilen Massa'nın Paris'teki Pitie Saltpetriere Hastanesinde tedavisinin gidişatı test edildi. Sonuçlara göre Felipe Massa'nın gözü artık kazadan önceki gibi %100 sağlıklı.
.
Brezilyalı bir süre daha güneş gözlüğü takacaktır elbette ama ne diyelim; geç olsun güç olmasın. Geçmiş olsun Massa.

9 Ekim 2009 Cuma

Team US F1



Formula 1'in yeni ekiplerinden US F1, gelecek sezon sürücü kadrosunu Amerikalı pilotlardan oluşturma planlarını bir süreliğine rafa kaldırmak zorunda kalacak görünüyor. Takım patronu Peter Windsor yaptığı açıklamada, Concorde Anlaşması'nın geç bir tarihte imzalanmasının yol açtığı ertelemeler ve Amerikalı uygun aday sayısının çok az olması sebebiyle, en az bir pilotun Amerika dışından olacağını söyledi. Bu isminde Ferrari ile yolları sezon sonu ayrılacak olan Kimi Raikkonen olduğu söyleniyor. Kimi Mclarenle'de görüşüyor. Bakalım bekleyip göreceğiz.

8 Ekim 2009 Perşembe

Gelecek sezon da geride kalırsak diye kılıf hazırlayayım dedim


Ferrari takım patronu Stefano Domenicali, 2009'da şampiyona lideri olan Brawn GP'nin başarısının rastlantı olmadığını belirterek, takımın başarısının gelecekte de devam edeceğini söyledi.


Brawn'ın takım olarak sergilediği formun hiç de sürpriz olmadığını kaydeden Domenicali, "Şahsen ben şaşırmadım. Kesinlikle müthiş bir iş başardılar. Araçlarını, mümkün olan en iyi şekilde hazırladılar, çünkü bu hazırlık için yeterli süreleri vardı" dedi.

Bu akılımızdan çıkmamalı diye sözlerini sürdüren Domenicali ayrıca, Brawn'ın ortaya koyduğu rekabet gücünün de sadece bu sezonu mahsus olarak kalmayacağını belirterek, takımın gelecekte de zirvede mücadele edeceğini kaydetti.

7 Ekim 2009 Çarşamba

YOKUM DEDİ


Roberto Carlos Aralık ayında veda edeceğini yine İspanyollara açıkladı.Geldiği günden beri Türkiye Roberto Carlos haberlerini hep As ve Marca vasıtasıyla duyabildi.Carlos oraya konuştu, burada haber oldu. Zaten orada top oynamış, burada dolaşıp durmuştu.Daum Carlos'un takıma saha içindeki katkısının saha dışındaki katkısından az olduğunu çabuk tespit edince o da gitti Florentino Perez ile anlaştı.Real Madrit için Güney Amerika'da çalışmalara yürütecek.Fenerbahçe onu İspanya'da oynadığı gibi oynasın diye transfer etmişti.Şimdi Perez onu Fenerbahçe'de uzmanlaştığı konu için geri alıyor.
Carlos burada kaldığı dönemde Fenerbahçe'nin sadece marka değerine katkı yaptı.Perez'de onun bu yönünü takımın okyanus ötesi algısını taze tutmak için kullanacak.
hayırlı olsun.

6 Ekim 2009 Salı

Alonso'nun yerine Kubica


BMW Sauber pilotu Robert Kubica, gelecek sezon Fernando Alonso'nun yerine Renault adına yarışacak. Yani Alonso'nun Ferrari'ye gitmesinin ardından boşalan Renault takımının koltuğu artık bir Polonyalı'ya emanet. Resimdeki mavi otomobilden inip sarı otomobile geçecek. Ortalamanın üstünde bir pilot Kubica, ancak Fernando'nun boşluğunu doldurabilecek mi? İşte en büyük soru işareti bu.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Shaq Kralı korumaya hazır


NBA'de bu sezon Cleveland Cavaliers yine şampiyonluğun en büyük adaylarından biri. Lebron James oynadığı sürece de bu böyle sürüp gidecek. Ancak şunu da belirtelim, belli oldu ki Kral bile tek başına şampiyon olamaz. Bu yüzden Shaquille O'neal'ı getirdi Cavs yönetimi. Shaq'te açıklama olarak "Görevim Kralı korumak" dedi. Tabi artık 37 yaşına gelen Shaq'in performansı merak konusu. Gelmiş geçmiş en iyi pivottan da bahsetsek yaş kemale erdi çünkü.

Ancak Cleveland Cavaliers’da antrenör Mike Brown, pivot oyuncu Shaquille O’Neal’ın kamptaki performansından memnun olduklarını söyledi. Cavaliers’ın süper star oyuncusu LeBron James’in de “Şu anda çok iyi durumda” dediği Shaquille O’Neal için coach Mike Brown da memnun olduğunu dile getirdi.

4 Ekim 2009 Pazar

Japonya Vettel'in



Japonya GP'de Vettel zafere ulaşarak, şampiyonluk için umudunu korudu. Toyoto'dan Jarno Trulli 2. gelerek, ev sahibi takımına güzel bir hediye verdi. Artık eski günlerine dönme sinyallerini çok sağlam bir şekilde veren McLaren'de de Lewis Hamilton 3. oldu.

Jenson Button bir türlü şampiyonluğunu ilan edemiyor. Yarışı 8'inci sırada bitiren Button 85. puanla şampiyona liderliğini korudu. İngiliz pilot, bitime iki yarış kala en yakın rakibi, takım arkadaşı Rubens Barichello'nun 14 puan önünde bulunuyor. Ama Vettel, Button ile arasındaki puan farkını 16'ya indirerek şampiyonluk umutlarını son iki yarışa taşıdı. Eğer buradan gelip şampiyon olursa, yeni Scumacher lakabını resmi olarak alabilir. Markalar klasmanında ise Brawn Gp şampiyonluğunu ilan etmeye çok yaklaştı.

Ne diyelim son 2 yarışta hepimiz nefesimizi tutacağız, burası F1 ne olacağı hiç belli olmaz



Not: Trulli'den Toyota için geliyor: Evim Evim güzel evim...

2 Ekim 2009 Cuma

2016 Olimpiyat Oyunları Rio'da


Danimakra'nın Kopenhag kentinde yapılan oylamada Madrid, Rio de Janeiro, Chicago, Tokyo şehirleri adaylık için yarıştı. Oylama öncesi Rio ve Chicago önde gözüküyordu. ABD başkanı Barack Obama'da oylama günü Kophenag'a gelince, Rüzgarlı şehrin şansı artmıştı. Ancak komite Rio'da karar kıldı. Brezilyalılar kararın ardından büyük sevinç yaşadılar.

1 Ekim 2009 Perşembe

Kimi'nin geleceği belli, "Kimi" kararsız


Gelecek sezon kırmızı otomobillerin koltuklarında Massa ve Alonso olacak. Herkes Alonso'nun Ferrari'ye gelmesini konuşuyor. Ama olaya bir de Kimi Raikkonen açısından bakmak lazım. Fin pilot'un muhtemelen McLaren'de Lewis Hamilton'a takım arkadaşı olmasını bekliyoruz. En azından kulislerden gelen bilgiler bu yönde. E biraz mantık yürütünce gayet gerçekleşesi bir durum var ortada. Ancak Kimi biraz kararsız gibi.

Japonya GP öncesinde gazetecilere konuşan Fin pilot, "Şu an için yarışıp yarışmamaya karar vermiş değilim. Gelecek yıl için sözleşmem vardı ancak şu an yok. Dolayısıyla durum değişti. Belki yarışırım, belki yarışmam" ifadelerini kullandı. Dünya ralli şampiyonasına geçme ihtimali sorulan Fin pilot, "Evet, böyle bir ihtimal var. Ama en az o kadar da Formula 1'de devam etme ihtimalim var. Yeni yıl öncesinde kararımı vereceğim. Formula 1'de kalmaya karar verirsem, şampiyonluk mücadelesi ihtimali bulunmayan küçük takımlardan birinde olmam" dedi.

Aslında son cümlesi Mclaren'e göz kırpmıyor da değil hani. Bakalım bekleyip göreceğiz.