30 Kasım 2009 Pazartesi

Barrichello: Brawn Hata yaptı!



Rubens Barrichello, Ross Brawn'ın gelecek sene Mercedes GP olarak yarışacak yeni takımda,tümüyle yeni bir sürücü kadrosuna güvenmekle hata yapmış olabileceğini ifade etti.

Brezilyalı pilot, Brawn'ın, bu sezon takımı her iki klasmanda da dünya şampiyonluğuna taşıyan pilotları muhafaza etmek için mücadele etmiş olması gerektiğini söyledi.

Brawn'ın 2009'daki üstün başarısının ardından Jenson Button, McLaren'a giderken, Barrichello da Formula 1'de 18. sezonunu geçirmek üzere Williams'a transfer oldu. Mercedes GP ise geçtiğimiz hafta Nico Rosberg'le yarışacağını duyurdu. Alman pilotun takım arkadaşının Nick Heidfeld olması bekleniyor.

Üç kez dünya şampiyonluğu yaşayan Niki Lauda da, Brawn'ın Button'ın para konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle parmakları arasıdan kayıp gitmesine pişman olabileceğini belirtmişti.

37 yaşındaki Barrichello da, İspanyol Diario AS gazetesien verdiği demeçte, "Samimi olarak ifade ediyorum ki, Brawn takımının sahibi olsaydım, sezon boyunca yapılan çalışmalar için her iki pilotu da takımda tutma mücadelesi verirdim. Açıkçası Button kararı beni şaşırttı. Onun takımdan ayrılabileceğini hiç hayal etmemiştim" dedi.

27 Kasım 2009 Cuma

Harun'la Yaşadığımız Bayram Sevinçleri


“Pegasus omuzlarda” fotoğrafını görünce bu hafta Harun Erdenay’ı yazmaya karar verdim. Daha önce, Slam dergisinin Haziran 2006 sayısında onu ve kariyerini anlatan bir yazı yazmıştım. Fotoğraflarıyla bir araya gelince şahane sayfalar çıkmıştı ortaya… Harun’a da o yakışırdı zaten…Bu gün bayram olduğuna göre, o yazıdan bir bölümü bayram şekeri niyetine sizinle paylaşmamda sakınca yoktur umarım…

“Geçenlerde bir panelde dinlediğim Dr. Erdal Atabek, ‘Çağdaş insanın dünyasında olgun olmak, üstün olmaktan önce gelmelidir’ diyordu, ‘Ne yazık ki, bugünün Türkiye’sinde herkes üstün olmanın peşinde. Bu yüzden birbirine karşı saygısız, sevgisiz, acımasız…’

Dr. Atabek’in söyledilerinden etkilendim, hatta bir yazımda kullanmayı da düşündüm ama bu yazının Harun Erdenay söyleşisi olacağı hiç aklıma gelmemişti, ne yalan söyleyeyim. Olgun insanla üstün insanın farkı üzerine kafa yorduğum günlerde Harun’la buluştum. Uzun uzun sohbet ettik. Birkaç hafta önce formasını duvara asmış bir yıldız olarak, geride bıraktığı yılları anlattı bana. Tam onun insana huzur ve iyimserlik veren rahatlığına, tarihe geçmiş olayları bile usulcacık anlatan sesine kapılmış gidiyordum ki, birden ‘pat’ diye kocaman bir cümle düşüverdi masamıza!

‘Kupalara, şampiyonluklara önem vermedim ben’ dedi Harun, ‘Başarıya önem versem Avrupa’dan; Barcelona, Olympiakos, Kinder Bologna gibi iddialı takımlardan gelen tekliflere evet derdim. Ben hep mutlu, huzurlu olmayı, arkadaşlarımla bir arada oynamayı seçtim.’

O anda kafamda şimşek çaktı. Örnek göstermek için aradığım olgun insan karşımda oturuyordu!

Harun Erdenay, 6 farklı takımda 21 sezon ter döktü Türkiye Basketbol Ligi’nde… 1987-2002 arasında tam 187 A milli maçta forma giydi. Binlerce sayı attı, onlarca maç kazandırdı, milyonlarca kalp kazandı... Yüzlerce kez hayret-takdir-sevinç karışımı duygularla havalara zıplattı bizi. Şöyle bir düşünün, onun efendi duruşunu bozduğu, sözgelimi hakeme itiraz ettiği, rakibiyle dalaştığı, altettiği bir takıma karşı saygısızca davrandığı ya da yenildiği bir maçtan sonra mızıkçılık yaptığı, birilerini kırdığı tek bir sahneyi hatırlıyor musunuz? Hayır, boşuna uğraşmayın. Belleğinizin koridorlarında ne kadar dolaşsanız bulamazsınız.

Harun Erdenay’ın olgunluğu, üstünlüğünden geliyor, bana kalırsa. Yarıştığı tüm rakiplerden iyi olduğunu, canının istediği anda sonucu değiştirebilecek bir şey yapıp kazanabileceğini herkesten önce o biliyordu. Kalbinin en derinlerinde, dile getirmese bile fazlasıyla farkında olduğu bir üstünlük hissi vardı. Bir kere Kemal Erdenay’ın oğluydu o… Yetenek gibi olgunluk da babadan oğula geçiyordu demek ki…”

Harun deyince benim aklıma 15 Aralık 1993 gecesi gelir. O gece Abdi İpekçi’nin parkeleri kolay kolay unutulmayacak bir resitale sahne oldu. Kadrosunda Hüsnü, Levent, Ömer Büyükaycan gibi dönemin önemli isimleri ile Conrad McRae (toprağı bol olsun) ve Kenny Miller gibi çok atletik iki Amerikalıyı barındıran Fenerbahçe, Koraç Kupası’nda Panionios’u ağırlıyordu. Yunan temsilcisinin en büyük kozu, sonraki yıllarda sarı-lacivertli formayı giyecek olan Amerikalı skorer Henry Turner’dı. Atina’daki ilk maç 15 sayı farkla Panionios’un üstünlüğüyle bittiği için, rövanşta alınacak galibiyetin yanı sıra fark da önemliydi. Harun o gece 40 dakika boyunca canının istediği her şeyi yaptı. Üçlükler, orta mesafeli şutlar, havada asılı kalıp bitirdiği turnikeler, smaçlar… Rakip ne yaptıysa, nasıl tutmayı denediyse başarılı olamadı ve Harun’un 45 sayısıyla Fenerbahçe 102-87 kazandı. O maçın istatistik kağıdını uzun yıllar saklamıştım (Hatta hâlâ kütüphanemin bir köşesinde, bir kitabın içinde olduğunu tahmin ediyorum ama o kadar iyi saklamışım ki, bulamıyorum).


Sayılarıyla takımını ayakta tutmanın ve Harun’u hiç değilse bir nebze yavaşlatmanın derdinde olan Turner, Harun’un kaçırdığı bir atıştan sonra hücum ribaundunu alıp pozisyonu yine basketle bitirmesine çok içerlemiş ve takımın pivotuna “Hey man! Adam zaten çok nadir kaçırıyor, onda da topu alamıyorsunuz” diye fırça atmıştı. Gecenin sonunda arkadaşlarla Levent’teki Sherlock Holmes Bar’a gitmiş ve tabii ki ilk kadehlerimizi, bizi böylesine bir performansla hem sevindiren, hem de şaşkına çeviren “büyük sanatçı” için kaldırmıştık.

O galibiyete karşın Fenerbahçe, gruptan çıkmayı başaramadı. İlk sırayı Stefanel Trieste’ye kaptırdı. İtalyan takımının başında kim vardı peki? Bugün Milli Takım’ın benchinde Harun’la yan yana oturan Bogdan Tanjeviç.

Bu arada fotoğrafta göğsü THY reklamlı milli formayla maç sonu omuzlara alınmış gördüğünüz Pegasus’un, o sevincini hangi galibiyete borçlu olduğu konusunda da çeşitli görüşler var. O maç İstanbul’daki Belçika maçıdır. Kasım 1992 olmalı. İlk yarıda 6 sayı farkla gerideydik ama 66-54 kazandık. 1991 Kasım'ında oynanan ilk 3 maçta, Mehmet Baturalp-Murat Didin ikilisi yönetiminde sadece 1 galibiyet alabilmiştik. Mart 92’de Turgay Demirel federasyon başkanlığına seçilince Milli Takım’ı Aydan Siyavuş’a emanet etti ama yeni teknik kadronun işi çok zordu. Çünkü Avrupa Şampiyonası’na gidebilmek için bir hafta içinde oynanacak 3 maçta 3 galibiyet gerekiyordu. Önce Çek Cumhuriyeti’ni deplasmanda uzatmada yendik, arada Harun’un omuzlarda bitirdiği Belçika maçında Abdi İpekçi bayram yerine döndü ve nihayet Hollanda’yı deplasmanda iki uzatmada devirip, vizeyi aldık. Olağanüstü günlerdi.

Noktayı o Belçika maçından komik bir sahne ile koyayım:

Salon hava atışından saatler önce dolmuş. İçeride rahat 13-14 bin kişi var, 3-4 bin kişi de kapılar kapandığı için dönmek zorunda kalmış. Sahil Yolu’nda, Zeytinburnu’nda trafik kördüğüm… Milli Takım otobüsü salona zorlukla girebiliyor. Ama koç Aydan Siyavuş, otelden kendi arabasıyla yola çıktığı için takılıp kalıyor. Maça bir saatten az bir zaman var ve Siyavuş hâlâ Bakırköy-Kazlıçeşme arasında bir yerlerde. Gördüğü ilk polise, “Ben antrenörüm, bu maça mutlaka yetişmem lazım” diyor. Siyavuş’u tanımayan polis, “Hocam yollar felaket, yetişiriz ama maçın başından birkaç dakika kaçırırsınız herhalde” diyecek oluyor… Aydan Hoca “Yahu ben Milli Takım Antrenörüyüm” deyince, telsizler, anonslar, motorlu eskortlar, herkes seferber oluyor ve hava atışına 20 dakika kala koç soyunma odasından içeri girebiliyor.

Sağolsun Harun, ışıklar içinde uyusun Aydan Siyavuş… Çok bayram sevinci yaşattılar bize… Mutlu bayramlar.

Yiğiter Uluğ


26 Kasım 2009 Perşembe

Allen Iverson'dan veda mektubu



"NBA’den emekliliğimi açıklıyorum. Hayatım boyunca basketboldan ancak takımıma alıştığım şekilde yardım edemeyeceğim zaman emekli olacağımı düşünürdüm. Ancak durum böyle olmadı.

Hâlâ basketbolu çok seviyorum, oynama isteğim var ve çok iyi de oynayabilirim. En üst seviyede oynayabileceğimden eminim.

Emekliliğim sayesinde eşim ve çocuklarımla daha çok vakit geçirme şansım olacak. Bu parkede kazandığım her şeyden daha da büyük bir ödül. Hep bugün için dua etmiştim ve bu anı hayatımın en büyük hediyesi olarak görüyorum.

Reebok çalışanlarına iniş çıkışlara dolu kariyerimin her döneminde beni destekledikleri için çok teşekkür ediyorum. NBA’de 13 harika sezon geçirdim ve buna minnettarım.

Dünyanın her yerindeki taraftarlarıma, tüm kariyerim boyunca benimle oldukları için teşekkür ediyorum. Siz olmasaydınız ben de olmazdım. Bana verdiğiniz desteği kalbimin derinliklerinde hissettiğimi bilmeniz gerekiyor. Teşekkür ederim.

Michael Jordan, Magic Johnson, Isiah Thomas, Charles Barkley ve Larry Bird... Sizler bana vizyon ve sonsuza dek kalbimde yer alacak basketbol sevgisini kazandırdınız.

Her gün basketbol oynamam için beni cesaretlendiren ve bana ilham veren annem, tüm ailem ve en başından bu yana yanımda olan arkadaşlarım. Teşekkür ederim.

Lisedeki antrenörüm Michael Bailey, Georgetown Üniversitesi’ndeki antrenörüm John

Thompson, Larry Brown ve diğer antrenörlerim, takım arkadaşlarım, yöneticilerim, patronlarım ve kariyerimin bir parçası olan tüm çalışanlar. Sizlere de teşekkür ederim.

Memphis halkına da özel olarak teşekkür etmek istiyorum. Grizzlies’teyken iç sahada hiç maç yapamadım, ancak muhteşem takım sahibiniz Michael Heisley’nin bana verdiği fırsatı ve şehrin desteğini unutmam mümkün değil. Memphis Grizzlies organizasyonuna başarılar diliyorum.

Ve son olarak Philadelphia şehri... Sixers formasıyla harika anılarım var. Tüm Philly taraftarları, sizlere teşekkür ediyorum. Sesiniz kulağımda bir müzik gibi yankılanacak...

Tanrı hepinizi korusun;"

ALLEN IVERSON

23 Kasım 2009 Pazartesi

ACB'den güldüren bir enstantane

Nico resmen Mercedes GP'de


Mercedes Grand Prix düzenlediği basın toplantısıyla, gelecek yıl Nico Rosberg'le yarışacağını resmen açıkladı.

Mercedes'e transferi uzun süredir beklenen 24 yaşındaki Alman pilot yaptığı açıklamada, "Mercedes pilotu 2010'da Gümüş Oklar'ın bir parçası olmaktan gerçekten çok mutluyum" diye konuştu.

Rosberg, "Formula 1'de başka hiçbir marka, motor sporlarında bu kadar uzun ve başarılı bir geleneceği sahip değil. Yeni Mercedes takımı adına yarışacağım ve Ross Brawn'la çalışacağım için çok gururluyum" dedi.

Rosberg ayrıca, "Her zamankinden daha fazla motivasyona sahibim, yeni takımla testlere başlamayı ve Mart ayındaki Bahreyn yarışında mücadele etmeyi çok büyük bir sabırsızlıkla bekliyourm" ifadelerini kullandı.

Takımını bu sezon her iki klasmanda da şampiyon yapan Mercedes takım patronu Ross Brawn ise, Rosberg'in gelecek sene takımın aradığı ideal pilot olduğunu söyledi.

Brawn, "Nico'yu Mercedes takımında görmekten dolayı mutluyuz. Kendisiyle çalışmayı heyecanla bekliyoruz. Nico, müthiş bir kabiliyet. Formula 1'de dört yıllık bir tecrübesi var. Takıma doğrudan önemli katkılarda bulunabilecek bir pilot" dedi.

Geçmişte, Rosberg'in babası Keke ile de çalışmaktan zevk duyduğunu kaydeden Brawn, "Nico'nun da onun ayak izlerini takip ettiğini görmek çok güzel" şeklinde konuştu.

Brawn ayrıca, Rosberg'in 2009'da F1'deki en iyi sozununu geçirdiğini belirterek, Alman pilotun gelecek yıl da Mercedes'le kendini daha da geliştireceğini ifade etti.

Henüz açıklanmamasına rağmen, Rosberg'in gelecek yıl ki takım arkadaşının Nick Heidfeld olması bekleniyor.

21 Kasım 2009 Cumartesi

Sakızlı Muhallebi

YİĞİTER ULUĞ'NUN ACETO BALSAMICO'DAKİ 21 KASIM 2009 YAZISIDIR


Sene 1993 ya da 1994 olmalı. Galatasaray basketbol takımının başında Aydan Siyavuş var. Kadro iyi ama bir türlü doğru kimya tutturamıyorlar, yabancıların biri gelip, biri gidiyor. Ligin ilk yarısında Fenerbahçe’yi yenerek taraftarlarını umutlandıran ve üst sıralara tutunabileceği mesajını veren Sarı-Kırmızılılar, ikinci yarıyla birlikte orta sıralarda yer alan Yıldırımspor ve Oyak Renault gibi takımlar önünde yenilgiye uğrayarak, serbest düşüşe geçiyor. Ve bu şartlar altında, Fenerbahçe ile oynanacak rövanş gelip çatıyor. Siyavuş, yakın çevresine “Bu maçı da kaybedersek beni kovarlar” diye fısıldıyor.
Fenerbahçe maçı kaybediliyor. Hem de çok farklı… Maçtan sonraki Pazartesi günü şubenin yöneticisi Faruk Süren, koç Siyavuş’a telefon ediyor: “Öğleden sonra benim ofisime bir uğrasana.”
Emektar antrenör, karısına, dostlarına durumu anlatıyor, “Buraya kadarmış” diyor ve Süren’in Fındıklı’daki ofisinin yolunu tutuyor. Tahmininin aksine, güleryüzle karşılıyor onu Süren… Dereden tepeden konuşuyorlar, laf bir türlü basketbola ve takımın durumuna gelmiyor. Sonunda Siyavuş, ayağa kalkıyor: “Faruk Bey, ben izninizi istemek durumundayım, Florya’ya, antrenmana yetişmem lazım.”
Süren sekreterini çağırıyor ve “Hani Aydan Beye bir şey ayırmıştık, onu getirsene buzdolabından kızım” diyor. Siyavuş şaşkın, tecrübeli yönetici geniş bir gülümsemeyle açıklıyor: “Geçen gün sakızlı muhallebi getirmişler, çok güzeldi. Yerken senin de kulaklarını çınlattık. Baban çok severdi, sen de seversin diye düşündüm ve bir tane ayırdım.”
Rahmetli Siyavuş bu öyküyü anlatırken, oracıkta telaşla kaşıkladığı sakızlı muhallebiden hiçbir tat alamadığını, o gün yaşadığının, gerçek bir sevgi gösterisi mi, yoksa Süren’e özgü ilginç bir uyarı biçimi mi olduğunu, asla anlayamadığını söylemişti.Muhtemelen aynı Süren, 1996 yılında Fatih Terim yönetimindeki futbol takımı sezona kötü girip, Fenerbahçe’ye 4-0 mağlup olduğunda da teknik direktörüyle karşılıklı oturup birer tatlı yemiştir. Sonraki dört yılda neler olduğunu hepiniz biliyorsunuz.
Galatasaray böyle bir kulüptü bir zamanlar…
Çok değil, sadece 15 yılı geride bıraktık ve yönetici profili bir anda değişti. Bugün devre arasında bayan basketbol takımının soyunma odasına inip, “Bu maçı alamazsanız…” diye başladığı cümleyi sinkaflarla bitirenler, protokol tribününden kendi sporcusuna sövenler oturuyor o koltuklarda…
Koray Mincinozlu ve Okan Çevik’i yıllardır tanırım. Spor kültürünü de, hayat bilgisini de Mektebi Sultani’de edinmiş, zeki ve iyi eğitimli adamlardır. Neyin ne olduğunu, nereye varacağını gayet iyi hesaplayacak analiz yeteneğine sahiptir ikisi de… Cemal Nalga olayında başvurulan cinliklerin, hinoğluhinliklerin aslında kimseye bir şey kazandırmadığını, bunun mankafalıktan başka bir şey olmadığını sizin, benim kadar bilirler.
Ortada bir akıl tutulması olduğu kesin…
Ama bir de şöyle düşünün: Hazırlık maçlarındaki yenilgilerden sonra bile işinizden olabileceğinizi düşünecek kadar baskı altındaysanız… Oyuncularınızın uluorta küfür yemesini istemiyorsanız… Başkalarının önünde hakaret işitmek, bu yaştan sonra ağırınıza gidiyorsa… Ve her şeye rağmen, hayatın merhametsiz mengenesi sizi avucuna almışsa… Çoluk çocuk varsa ve evde ekmek bekliyorsa…
Aklınız tutulabilir.
Bunun nasıl bir şey olduğunu en iyi bilen kişi Murat Özyer’dir.
Tıpkı Okan Çevik gibi aynı sıralardan yetişmiş olan, Galatasaray basketbol takımı koçluğundaki ikinci yılında takıma Avrupa’da yarı final oynattıktan sonra başarısız sayılan ve yerine antrenör aranan, bulunamayınca “Sen bizim evladımızsın” ayağıyla yine takımın başına geçirilen, ardından, o sezonun ortasında fol yok, yumurta yokken, son derece saygısızca kapının önüne koyuverilen Murat Özyer…
Profesyonelleri akıl tutulmasının eşiğine getiren hoyratlık ve baskı ile onları kupalara götüren özgür ortam arasında dağlar yok aslında…
Yalnızca bir kase sakızlı muhallebi var.

YİĞİTER ULUĞ


20 Kasım 2009 Cuma

Cemal Daha Doğmamışken, Jenkins Vardı



Gençler soruyor; “Eskiden böyle şeyler olur muydu?” diye… Bugün gündemi belirleyen Cemal Nalga rezaletinin bir benzeri daha önce yaşanmış mıydı, merak ediyorlar… Ben bir hikaye anlatayım, kararı siz verin. Eskiden daha saf, daha temiz bir basketbol dünyamız mı vardı, yoksa o, nostaljiye düşkün olanların yaydığı bir yanılsama mı?

1978-79 sezonu… Erdal Poyrazoğlu yönetiminde ve Battal Durusel, Necdet Ronabar, Ali Kurt gibi tecrübeli oyuncularla lige giren Taçspor, Aralık ayı ortalarında kadrosuna bir de Amerikalı ekliyor: Jeff Jenkins.

Uzun olmasına karşın, son derece hareketli, topla oynayabilen, çembere direkt gidebilen Jenkins’le çıktığı ilk maçta Taçspor, Karşıyaka’yı 83-82 mağlup ediyor. Yeni Amerikalının 29 sayısı var. Ancak Karşıyaka’nın emektar yöneticisi Ateş Özerk ve koç Atakan Karakaplan, maç bitmeden masaya bir itiraz dilekçesi koyuyor. İtiraz, Jenkins’in aslında bir başka takımın oyuncusu olduğunu ve Taçspor’da forma giymesinin usülsüz olduğunu öne sürüyor.

Devir, televizyonun tek kanal ve siyah-beyaz olduğu devir... TRT’de Ertan Yüce’nin sesiyle ekrana gelen Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finali, her yıl izleyebildiğimiz yegâne yabancı basketbol maçı… Ancak İzmir’de ve Ege kıyılarında yaşayanların küçük bir şansı var; Yunan televizyonunu izleyebiliyorlar. Görüntü karlı ve resim zaman zaman taklalar atıyor ama olsun, ne gam! Yunanistan’ı üst turlarda temsil eden Olympiakos sayesinde, hafta ortasında bir Real Madrid’i, bir Mobilgirgi Varese’yi, bir Maccabi’yi evin baş köşesine konuk etmek mümkün. Ateş Özerk ve Atakan Karakaplan da öyle yapmış. Olympiakos’un Avrupa Kupası maçlarından bir görüntü hafızalarına kazınmış. Birkaç hafta önce, Yunan takımında forma giyen bir Amerikalı, oyundan atılıyor. Karar sonrasında iyiden iyiye çıldıran oyuncu, hakeme yumruk atıyor ve takım arkadaşları tarafından güçlükle soyunma odasına götürülüyor. Taçspor formasıyla İstanbul’da karşılarına çıkan Jenkins, o çılgın oyuncuya ne kadar da benziyor!

Karşıyakalılar, tedbiren itirazlarını yapıyorlar ama hiçbir şeyden emin değiller. Öyle ya, insan insana benzeyebilir. Sonrasında Atina’daki dostlar aranıyor, FIBA’ya sorarak maç listeleri inceleniyor ve Olympiakos’da oynarken diskalifiye edilen Amerikalı oyuncu ile Taçspor formasıyla sahaya çıkan Jenkins’in aynı kişi olduğu ortaya çıkıyor.

Karşıyaka’nın bu idari başarısı, küme düşmemek için Taçspor’la çekişen diğer kulüpleri de harekete geçiriyor. Özellikle en alt sıradaki Galatasaray’ı… Federasyona itiraz üzerine itiraz yağıyor. Ancak kendi verdiği lisansın usülsüz olduğunu kabul etmek istemeyen federasyon yönetimi, dilekçeleri reddederek yola devam ediyor. Galatasaray, önce idari mahkemeye başvuruyor, yetmiyor, dosyayı Danıştay’a taşıyor.

Bu arada Jenkins, her haftasonu Atina-İstanbul yolculuğu yaparak “Dr. Jeykl-Mr. Hide”oyununu sürdürüyor. Yunan ligindeki yabancı kısıtlaması nedeniyle Olympiakos’la sadece Avrupa Kupası maçlarında oynamak üzere anlaşan, bu nedenle takımının Cumartesi-Pazar kadrolarında yer almayan Jenkins için Taçspor her Cuma Atina’ya bir yöneticisini gönderiyor. Uçakla yolculuk çok riskli. Amerikalının Yunanistan dışına çıktığının anlaşılmaması lazım. Havaalanındaki pasaport polislerine bu anlatılamayacağı için, karayolu ve İpsala gümrük kapısı tercih ediliyor. Taçsporlu yöneticinin koyu yeşil renkteki manda kasa Mercedes’i, Jenkins’i yükleniyor, sınır kapısında da polislere viski, sigara, münasip bir şeyler takdim edilerek, pasaporta hiçbir damga vurulmadan, kazasız belasız İstanbul’a varılıyor.

Ancak bir seferinde kapıdaki Yunan polis terslik yapıyor, “olmaz” diye tutturuyor. Çare yok, arabayı bir köşeye çekip, içinde 8 saat bekliyorlar. O “arıza” polisin nöbeti bitip, yerine“viskisever” bir görevli gelene kadar… Jenkins o günkü maça palas pandıras, hava atışına sadece 10 dakika kala yetişebiliyor.

Olay ayyuka çıkınca Taçspor, son maçlarına Jenkins’i getirmiyor ama 12 takımlı ligi, 5 galibiyet ve 2 beraberlikle 10. sırada bitiriyor. Fenerbahçe 11., Galatasaray 12. Normalde son ikinin düşmesi gerek. Ancak birkaç ay sonra Danıştay, Galatasaray’ın başvurusunu haklı bulunca, işler arapsaçına dönüyor. Kim düşecek? Basketbolu yönetenler çareyi düşmeyi kaldırmakta buluyor ve ertesi sezon lig 14 takımla oynanıyor.

Biliyorum, anlattığım hikâye size hiç inandırıcı gelmedi. Her satırında, “Haydi canım, bu kadar da olmaz” dediniz. Pasaporta damga basmayan polisler, böyle bir olayı gazetelerin yazmaması, televizyon görüntülerinin karşılaştırılmaması, itirazlara rağmen koskoca adamın her hafta büyük bir soğukkanlılıkla sahaya çıkması… Hepsi, bugünden bakınca çok acayip şeyler… Ama böyle bir iletişim çağında yaşamıyorduk. Bir Türk’ün bir Yunan gazetesi görme ihtimali sıfırdı mesela… Haber tekeli TRT, spor bültenlerinde sadece maç sonuçlarına yer verir, bu tip rezaletlerden, spekülasyon olabileceği gerekçesiyle uzak dururdu. Fax bile yoktu daha… Atina’ya sabah yazdırdığınız bir telefon görüşmesini, akşam saatlerinde ancak yapabilirdiniz. O da şansınız varsa ve hat bağlandığında hâlâ aynı yerdeyseniz!

Jeff Jenkins’in adını bir daha duyan olmadı. Muhtemelen bu skandaldan sonra, FIBA yabancı oyuncu transferlerinde “Letter of Clearance” (Temiz Kağıdı) uygulamasını başlattı. O gün bugündür hiçbir oyuncu, bir önceki kulübünün onayı olmadan lisans alamıyor.

Ancak bu güzel oyunun kural koyucuları, hazırlık maçlarında farklı formayla sahaya çıkarak cezasından yırtmaya çalışan oyuncuları düşünememişler elbette… Nereden bilsinler?

Yiğiter Uluğ



18 Kasım 2009 Çarşamba

Arshavin Arsenal taraftarlarını kızdıracak


Lıverpool tribünleri, taraflı tarafsız tüm futbolseveler tarafıdan en fazla saygı gören tribünlerden biridir.

Takımlarına olan bağlıkları, tutkuları, verdikleri büyük destek ve elbette özellikle kop tribünden başlarayrak yayılan asla yalnız yürümeyeceksin tezahüratı, sadece lıverpool taraftarlarını değil tüm futbolseverlin tüylerini diken diken yapmaya yeter.

Tüm dünyadanın saygı duyduğu lıverpool taraftarlarına bu kez de arsenalli bir isimden rus Andrey Arshavin'den övgü geldi.

Lıverpool'un ezeli rakiplerinden Arsenalin Rus yıldızı, Liverpool taraftarının eşsiz olduğunu söyleyerek, arsenal taraftarının onları biraz örnek almasını istedi.

Liverpool'un resmi sitesinde yer alan haberde, "Arsenalliler, taraftarlığın nasıl yapılacağını öğrenmeli. Özellikle Liverpool taraftarını örnek almalı" ifadesini kullandı

Ocak ayında, Zenit'den 16.5 milyon sterline transfer edilen tecrübeli futbolcu, "Anfield'da atmosfer bambaşka oluyori bunu orada oynayanlar" diye konuştu

Anfield road'da güzel hatıraları olan rus oyuncu, geçen sene oynanan liverpool-arsenal maçında, dört gole imzasını atmıştı.

17 Kasım 2009 Salı

Nachbar "Türkiye'de çılgın günler yaşanıyor"

Efes Pilsen'in Sloven yıldızı Boštjan Nachbar Beko basketbol liginde son zamanlarda oldukça çılgın günler geçtiğini söyledi.


Kendine ait Twitter hesabından açıklamada bulunan Nachbar " Son zamanlarda Türkiye basketbol liginde oldukça çılgın maçlar oynanıyor. Taraftarlar çıldırmış durumdalar. Büyük problemlere yol açıyorlar. Ancak bu benim için sorun değil. Kimse yaralanmadığı sürece, ben vahşi taraftarları severim. " ifadesini kullandı.


Van Persie'ye alternatif Tıp

Hollanda'nın İtalya ile oynadığı özel karşılaşmada ayak bileği bağları kopan Van Persie sahalardan 6 hafta uzak kalacak.

Bu süre zarfında tedavisine hemen başlanan yıldız oyuncu, bir yandan da tedavi sürecini hızlandırmak için alnternatif tıp yöntemleri üzerinde duruyor.

Hollandalı yıldız bir an önce sahalara dönebilmek için Sırbistan'da "plasenta" tedavisine gidiyor.

Konu hakkında konuşan Van Persie, " Sıra dışı bir yöntem deneyeceğim. PSV'li Danko Lazovic'i tedavi eden kadın doktorun yanına gideceğim. Plasenta kullanarak bir masaj yaptığını biliyorum. Arsenal'in fizyoterapistleriyle de görüştüm ve bu yolu deneyeceğim" dedi.

Bakalım Van Persie alternatif tıpta aradığını bulabilecek mi


16 Kasım 2009 Pazartesi

Mercedes Brawn GP'yi satın aldı


Mercedes-Benz, düzenlediği basın toplantısında, Brawn Formula 1 takımının yüzde 75,1'lik hissesini satın aldığını duyurdu. Çoğunluk hissesinin Alman ekibe geçmesiyle takımın yeni adı da Mercedes GP olarak değişti.

Mercedes Başkanı Dr. Dieter Zetsche, toplantıda ana hatlarıyla şunları kaydetti: "Mercedes, F1'de gelecek yıldan itibaren kendi üretici takımıyla yer almaya karar vermiştir. Son anlaşmayla birlikte Mercedes'in takımdaki payı yüzde 75.1 oldu. Geri kalan hisseler ise Ross Brawn, Nick Fry ve diğerlerine ait. Bu takım, gerçek bir Mercedes-Benz takımı olacak. Ross Brawn, Takım Patronu olarak mevcut görevini sürdürecek."

Daimler AG'nin elindeki yüzde 40 oranındaki Mclaren hissesinin 2 sene içinde Mclaren tarafından geri alınacağını kaydeden Zetsche, Mclaren ile birlikteliklerinin daha uzun yıllar devam etmesini istediklerini ifade etti.

Maskeli adam artık yok (RIP De Nigris)

Son zamanlarda futbolculardan gelen kötü haberlere bir yenisi daha eklendi. Enke'nin intiharı ile sarsılan futbol dünyası, De Nigris'in hayata gözlerini yummasıyla adeta sok yaşadı.

Özerten, Meksikalı futbolcunun rahatsızlığının doktor raporlarıyla kendilerine daha önce bildirildiğini ve De Nigris'in Türkiye'de futbol oynamasının yasaklandığını söyledi.

De Nigris evli ve 5 yaşında bir kız çocuğu babasıydı.


15 Kasım 2009 Pazar

Huntelaar, Beckham'ı bekliyor


Milan'nın Hollandalı golcüsü Klaas-Jan Huntelaar, İngiliz yıldız David Beckham'ın Milan kadrosuna katılmasından oldukça memnun olduğu ifade etti. Datasport'a konuşan 26 yaşındaki forvet, "Beckham'ın gelişi mükemmel olacak çünkü kendisi forvet oyuncuları için bulunmaz bir nimet" dedi. Eski Real Madridli oyuncu, bu sezon sadece bir kere ağları havalandırırken, kulislerde Tottenham Hotspur'a gideceği söylentileri dolaşıyor.

Pazar Fotoğrafları #5 (Kers)

14 Kasım 2009 Cumartesi

Lucescu "Türk olsun" dedi


A Milli takımın hocası TÜrk mü olsun yabancı mı olsun, tartışmalarına bir yorumda Mircea Lucescu'dan geldi

Şenol Güneş ve Fatih Terim örneklerini veren Mircea Lucescu, A Milli Futbol Takımı'nın başına geçmesi için yabancı bir çalıştırıcı aranmasına gerek olmadığını ifade etti.

''Türk Milli Takımı için Türk mü yoksa yabancı teknik direktör mü daha iyi olur?'' sorusunu cevaplandıran Mircea Lucescu, ''Türkiye Şenol Güneş ile dünya üçüncüsü, Fatih Terim ile Avrupa üçüncüsü oldu. Türk çalıştırıcılar milli takımda başarılı oldu. Bu kadar başarılı Türk teknik direktör varken milli takımın başına neden yabancı teknik direktör aranıyor. Ancak karar Türkiye Futbol Federasyonu'nundur. Türkiye'de hangi Türk hocanın milli takımın başına geçmesi konusunda yorum yapamam'' diye konuştu.

13 Kasım 2009 Cuma

G.Saray Aldığı Derbiyi Nasıl Verdi?




Bu Pazar derbi var. Basketbolumuzun temel taşlarından ikisi, Fenerbahçe ile Galatasaray, kim bilir kaçıncı kez karşı karşıya gelecekler (Yeri gelmişken: Futbolda her türlü istatistik tutuluyor ama gerçek bir istatistik sporu olan basketbolda iki köklü takımın daha önce kaç kez oynadığını, hangi maçların resmi, hangi maçların özel olduğunu, kimin kaç galibiyeti olduğunu bir türlü sağlıklı biçimde öğrenemiyoruz. Yazık).

Pazar akşamı iki “büyük”, üst sıraları ilgilendiren, belki de sonucu play-off’u etkileyecek bir maç için sahada olacak. Oysa benim gençliğimde durum böyle değildi. 70’li yılların sonlarında Fenerbahçe ile Galatasaray genellikle küme düşmemek için oynarlardı. Hatta bir keresinde ikisi beraber düşmüşlerdi! Şaşırdınız, değil mi? Mazhar Alanson’un Hokkabaz filmindeki o benzersiz tonlamasıyla söylersek, “Evet, acı ama gerçek”.

1978-79 sezonu bittiğinde puan cetvelinin son iki sırasında Fenerbahçe ve Galatasaray vardı. Ancak Galatasaray, Taçspor’un yabancı oyuncusu Jenkins’in lisansındaki usulsüzlük (bu konuyu da haftaya anlatırım) gerekçesiyle federasyona yaptığı başvurulardan sonuç alamayınca, olayı mahkemelere, hatta Danıştay’a kadar götürmüştü. Danıştay’dan “Taçspor küme düşürülmeli” kararı çıkınca, işler arapsaçına döndü. Zaten basından ve bazı milletvekillerinden “Koskoca Fenerbahçe ile Galatasaray nasıl düşer?” şeklinde baskı yiyen federasyona, düşmeyi kaldırmak ve o sıralar 12 takımlı olan ligi 14 takıma çıkarmaktan başka çare kalmamıştı. O sezon yabancı transferinde yaşanan rezillikler had safhaya ulaşınca, küme düşmenin kaldırılmasıyla birlikte yabancı oyuncuların da tamamen yasaklanmasına karar verildi. Klasik Türk yaklaşımı yani: “Sorun varsa çözülmez, yok edilir”.

Yabancı skandalları içinde en çok konuşulanlardan biri, Galatasaray-Fenerbahçe derbisi öncesinde Galatasaray’ın sözleşme imzalamak için İstanbul’a getirdiği Yugoslav oyuncu Popoviç’i, Fenerbahçe’nin kaçırıp, pat diye lisans çıkartmasıydı. Gazetede, Fenerli yapıldıktan sonra, bir daha kaçırılmasın diye idarecilerden birine kelepçeli olarak sokaklarda gezen Popoviç’in fotoğrafını görmüştüm de, aklım çıkmıştı.

Bunların hepsi, derbinin ortak belleğine kazınmış, unutulmaz kareler… “En müthiş maç hangisiydi?” diye soracak olursanız, Galatasaraylıların çoğu, Ankara’daki o inanılması güç Cumhurbaşkanlığı Kupası finalini söyleyecektir. Hani Efe’li, Calvin Roberts’lı, Hakan Artış’lı, Aliço’lu Fenerbahçe’nin, ilk yarıyı 17 sayı farkla galip kapadıktan sonra kupayı Dawkins’li, Scearce’lü, Turgay Demirel’li, Nihat İziç’li Galatasaray’a kaptırdığı 1985 finali… O karşılaşma televizyondan naklen yayınlandığı için, bugünün orta yaşlıları tarafından çok daha net hatırlanıyor. Ama bir de daha sisli-puslu dönemlere ait, hani yazının başında sözünü ettiğim, iki büyüğün düşmemek için neredeyse birbirinin gözünü oyduğu günlerden bir maç var…

Yer: Altunizade Burhan Felek Spor Salonu. Tarih: 16 Aralık 1979.

Ligde 6. hafta geride kalmış ve iki takımın da sadece birer galibiyeti bulunuyor. Bir hafta önce Erman’lı Beşiktaş’tan 30 sayı fark yemiş olan Fenerbahçe’de hafta boyu sert rüzgarlar esiyor, antrenör Mehmet Baturalp’in istifası isteniyor. Bu şartlarda çıkıyorlar sahaya. Her ne hikmetse, Spor Sergi yine kapalı. Ya bir fuar var ya da emektar salon tadilatta. Koskoca derbi bu yüzden en fazla 1000-1500 kişi alabilen Burhan Felek’te… Binlerce basketbolsever, o yağmurlu günde kapıda bekleşiyor, sonra da kös kös eve dönmek zorunda kalıyor. Oyunun genelinde Koray Mincinozlu yönetimindeki Galatasaray’ın üstünlüğü var. Sarı-kırmızılı takım, son saniyelere 3 sayılık farkla önde giriyor. Son hücum Fenerbahçe’nin ama o zamanlar üçlük yok. Bitime 1 saniye kala Ömer’e faul yapılıyor. İkisini de atarsa fark bire inecek. Bir atıp, bir kaçırırsa, ribaunttu, tipti derken beraberlik şansı doğabilir. Ömer kenara bakıyor, ne yapayım diye… Batur abi, “İkisini de at” diyor. O da koçun dediğini yapıyor. Bitime 1 saniye kala skor 66-65 Galatasaray lehine. Takımın pivotu Yıldıray, topu çizgiden oyuna sokacak. Guardlardan birine verdiği anda bitiş düdüğü çalacak büyük ihtimalle. Ama Yıldıray, “tehlike bizim potadan uzaklaşsın” mantığıyla ve kolunda kalmış bütün güçle topu rakip sahaya doğru fırlatıyor. O sırada kendi faul çizgisi civarında bekleyen bugünün Kepez menajeri, o günün genç Fenerbahçelisi Forti Murat, havada büyük bir hızla kendine doğru gelmekte olan topu görünce müthiş bir oyun zekasıyla kenara çekiliyor. Top kimseye değmeden sahanın diğer ucundan dışarı çıkıyor, saat işlememiş oluyor ve 1 saniye kala Fenerbahçe bir hücum hakkı daha buluyor. Hem de Galatasaray sahasından! (O zamanlar sayı dışında topu dip çizgiden oyuna sokmak da yok. Fener oyuna kenardan, muhtemelen faul çizgisi hizasında bir yerden başlıyor yani). Çıkarıyorlar, Engin Domaniç alır almaz atıyor ve basket! Fenerliler sevinçten çılgına dönerken, Galatasaraylılar “N’aptın abi sen?” diyen gözlerle Yıldıray’a bakıyor.

Benim tanık olmadığım ama bu hikâyeye eklemeden edemeyeceğim bir olay daha var. Faruk abiden (Akagün) dinlemiştim…

Bu acayip maçın üzerinden 4-5 sene geçiyor. Faruk Akagün ve Yıldıray, bir gün Taksim’den beraberce Bostancı dolmuşuna biniyorlar. O zamanlar o hatta unutulmaz Amerikan station’lar çalışıyor ve boyu 2 metrenin üzerinde olan Yıldıray, rahat edebilmek için tek başına öne, şoförün yanına oturuyor. Faruk abi de arka koltukta. Yol uzun, trafik sıkışık, muhabbet lazım. Şoför, Yıldıray’a, “Abi, boyunuz da maşallah… Basket oynadınız mı?” diye soruyor. “Evet”diyor, hafifçe kabararak bizimki… Sonra şoför bir açılıyor, nasıl sıkı Galatasaraylı olduğunu, bir zamanlar hiçbir maçı kaçırmadığını, arkadaşlarıyla beraber sabah erkenden Spor Sergi’nin yolunu tuttuklarını falan anlatıyor. Aniden durup, “Ama bir gün öyle bir maç kaybettik ki, bir daha baskete gitmemeye yemin ettim abi” diyor. “Hangi maç?” diye soruyorlar…
“Hani Burhan Felek’te bir Fener maçı vardı abi… Son saniye, 1 sayı öndeydik ve top bizdeydi. Bizim salaklardan biri topu kaldırdı, öbür sahaya fırlattı. Saatin işlemeyeceğini bilmiyormuş hayvan herif! Sonra Fener geldi, son saniyede attı ve kaybettik abi! Ben o gün bugündür televizyonda bile basket maçı seyretmiyorum. Tövbe ettim”.

Yıldıray ön koltukta ezilir büzülür. O koskoca pivot, dolmuştan inene kadar guard oynayacak boyutlara gelir. Herhalde hayatının en uzun Taksim-Bostancı yolculuğunu yapar ve “Birader, o son topu fırlatan salak bendim” diyemez.

O sezonu Galatasaray 10, Fenerbahçe 11. sırada tamamlar.

Yiğiter Uluğ


Ronaldo'dan Müjde

Real Madrid, yıldız futbolcusu Cristiano Ronaldo'nun bileğindeki sakatlık nedeniyle ameliyat olup, sahalardan 3 aya varan bir süre uzak kalmasından korkuyordu. Ancak son gelen haberler Madrid taraftarını sevindirecek.

Ronaldo, hedefinin 29 Kasım'da Barcelona ile yapacakları maçtan önce sahalara dönmek olduğunu ve tedavisiyle birlikte bu durumun gerçekleşecek gibi durduğunu söyledi.

El Clasico onsuz tadsız olacaktı. Şimdi heyacanı 2 kat artacak


10 Kasım 2009 Salı

Enke Vefat etti

Bir dönem Fenerbahçe forması da giyen; Almanya Milli Takımı ve Hannover 96 takımının kalecisi Robert Enke'nin, trenin çarpması sonucu öldüğü bildirildi.

Alman polisinden yapılan açıklamada, Hannover 96 takımının milli kalecisi 32 yaşındaki Robert Enke'nin, bu akşam bir trenin çarpması sonucu öldüğü belirtilirken, polisin ilk belirlemelerine göre olayın intihar olduğu kaydedildi.

Hannover 96 Kulübü Başkanı Martin Kind de Enke'nin öldüğü haberini doğrulayarak, kalecilerinin son zamanlarda durumunun iyi olmadığını söyledi.

Geçmiş olsun Kareem




Associated Press haber ajansına konuşan Kareem Abdul Jabbar, lösemi yani kan kanseriyle mücadele ettiğini ifade etti. 62 yaşındaki Jabbar, geçen Aralık'ta teşhisin konduğunu ve alınan sonuçların umut verici olduğunu söyledi. NBA'de tüm zamanların en skorer ismi olan efsane basketbolcu, doktorunun hiçbir garanti vermediğini ancak son gelişmelerin umut verici olduğunu kaydetti.


Tedavisi hap yoluyla devam eden Jabbar, Los Angeles Lakers'dan takım arkadaşı Magic Johnson'ın HIV ile savaş üzerine yaptığı çalışmaların bir benzerini lösemi karşısında vermek istediğini de sözlerine ekledi.


Kareem Abdul Jabbar gelişmeleri internet sitesi ve twitter'ından aktarıyor. Şu anda kendisi Abu Dhabi'de ve çeşitli ziyaretlerde bulunuyor. Acil şifalar Kareem...

9 Kasım 2009 Pazartesi

Formula 1'de son gelişmeler(Toyota-Ferrari -USF1)


Toyota'nın F1'den çekilmesinin ardından sular durulmuyor


Toyota Formula 1'den çekildi ancak tartışmalar sona ermedi...

Toyota takımının eski araştırma sorumlusu Norbert Kreyer, Japon üreticinin Formula 1'den ayrılışının ardından Toyota f1 başkanıo John Howett'ı eleştirdi. 'Japonlar yanlış insanlara güvendi' diyen Kreyer, 'Yarışlardan hiç anlamayan bir bürokrata neden iş verirler ki?' ifadesini kullandı.

Bir başka eski Toyota üyesi, eski takım menajeri Richard Cregan ise "O seviyede yüksek bir motor sporu serisinde mücadele etmenin ve yöneticilik yapmanın belli bazı kuralları ve formulü vardır. Bu formulün dışına çıkarsanız kontrol elden kayar. Takımın gidişatının yanlış istikamette olduğu erken fark edilemedi. Esasında bu işin uzmanları açısından herşey çok açık ve netti" şeklinde konuştu.



İki farklı teknik adam ise, Honda, BMW ve Toyota gibi dünya devlerinin ayrılması ile Renault'nun bu konuyu düşünmesini önemsemeyerek, sporun hiç de zor bir dönem geçirmediğini savunuyor.

F1'i saunaya benzeterek Niki Lauda, Sport Bild'e yaptığı açıklamada, "Gereksiz şeyler terleyerek atılıyor ve yeni bir başlangıç yaşanacak" dedi.

Williams'tan Adam Parr ise, üretici egemenliği altında geçen 10 senelik dönemin sona erdiğini, artık 90'lara daha yakın bir seyir izleneceğini belirtti.


Alonso'dan Ferrari'ye övgüler yağdı

Ferrari'nin renaultadan transfer ettiği pilotu Fernando Alonso,
İtalyan takımın Formula 1'de başarı kaydetmesinin neredeyse garanti olduğunu ileri sürdü.

2005 ve 2006 yıllarında peşpeşe şampiyon olmasının ardından 2007'de McLaren'a giden Alonso, geçtiğimiz iki sezondur bulunduğu Renault'da hız problemi yaşadı. "Şimdi artık iyimserim" diyen 28 yaşındaki pilot, ferrariye övgüler yağdırdı

Alonso "Ferrari ile sükûneti yakaladım, artık sakinim. Çünkü biliyorum ki bu takım beklentilerin zirvesinde; maksimum seviyede. Ferrari bazen kazanır, bazen kazanmaz. Ama hiçbir zaman kötü olamaz. Bana göre Ferrari her pilot için en güvenli seçenektir." diye konuştu

USF1 Gelecek sezon için iddialı

Aynı zamanda bir formula 1 muhabiri de olan Peter Windsor, USF1 takımının henüz çarpışma testi parçalarını tamamlayamadığı için yeni sezonda yarışmaya hazır olmadığına dair basında yer alan haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi.

GPWeek dergisine konuşan Windsor, 2010 aracının birçok parçasının çarpışma testlerinde son derece başarılı olduğunu, diğer bazı testlerin de önümüzdeki ay gerçekleştirileceğini kaydetti.

USF1'in F1'e giriş hakkının bir başkasına satılmasına dair yakın zamanda görüş belirttiğine dair haberleri yalanlayan Windsor, "Bu sahada yeniden varız. Satışla ilgili çıkan bütün haberler düzmece. Asla böyle bir niyetimiz yok" dedi.

Rüya gece Fransız basınında


Fransa liginde dün futbol tarihine geçen bir maç oynandı.

Ligin iki önemli ekibi Lyon ve Marsilya Gerland'da karşı karşıya geldi. Maç iki takım karşılıklı 5’er golüyle berabere sonuçlanırken, futbolseverlerin damağında kolay kolay unutulmayacak bir tad bıraktı.

Bu muhteşem mücadele futbolseveleri bu güzel oyuna doyururken, Fransız basınında bir numaralı gündem maddesi oldu

Fransa’nın en önemli spor gazetesi L’Equipe karşılaşmayı, tadı damaklarda kaldı başlığıyla verirken, iki takımın futbolseverlere büyük bir mücadele yaşattığını yazdı. sonucun oldukça şaşırtıcı olduğunu ifade eden gazete, karşılaşmanın geride bıraktı anıların paha biçilemez olduğunu ifade etti.

ülkenin bir diğer önemli gazetesi La Liberation karşılaşmayı "Futbol maçı hokey skoru" manşetiyle spor sayfasına taşırken karşılaşmayı yerinde izleyen Fransa milli takımı teknik direktörü Raymond Domenech'in milli takımın iki kalecisi Llorıs ve Mandanda'nın performanslarından pek de memnun kalmayarak staddan ayrıldığını ifade etti.

Ouest France gazetesi karşılaşmayı muhteşem şov olarak nitelerken, Marsilya ve Lyon'un sezon başında taraftarlarına verdikleri iyi mücadele sözünü tuttuklarını yazdı

Fransanın saygın yayın organlarından Le Monde ise maçı çılgınlık olarak nitelendirdi. Gazete Gerland'da şok eden bir final vardı. İki takımın oyuncuları tüm futbolseverlere müthiş bir şov izlettiler ifadesini kullandı

Fransa’da daha önce 1932'de Fives-Cannes, 1937'de Cannes-Kızıl yıldız ve 1957'de Nice-Lille maçları 5-5 bitmişti.


8 Kasım 2009 Pazar

Iverson telefonu Memphis'in yüzüne kapattı


Memphis Grizzlies’e geldiği ilk günden bu yana sorun yaratan yıldız oyuncu Allen Iverson, son olarak antrenör ve genel menajerle konuşmadan, takım sahibi Michael Heisley ile konuşarak Memphis’i terk etti. Iverson takımda sürekli yedek kalmaktan şikayet ediyordu.

Aslında herşey çok güzel başlamış, Memphis taraftarları yaşayan bir efsaneyi takımda görecekleri için büyük heyecan duymuşlardı. Memphis yönetimi de Iverson'ı Memphis markasını yükseltmek için en önemli koz olarak görüyorlardı. Teknik olarak bakacak olursak, genç takıma Lider olacaktı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. NBA'in aykırı yıldızı tüm planları alt üst etti.

Bakalım bu ayrılığın ardından hem Iverson cephesini hem de Memphis cephesini nasıl etkileyecek.

Iverson'ın lakabı "The Answer" yani "Cevap". Iverson sezon başı Memphis'ten gelen telefonu cevaplamıştı ancak kelimenin tam anlamıyla sohbet henüz koyulaşmadan telefonu Memphis'in yüzüne kapattı AI.

Pazar Fotoğrafları #5 (Mücadele) (Bulls - Bobcats)

7 Kasım 2009 Cumartesi

Raikkonen: " Görelim bakalım neler olacak"


Ferrari ile yolları ayrılan Kimi Raikkonen'in geleceği belirsizliğini koruyor.

Şampiyonluğa yarışan bir takımda olmak istediğini ifade eden Raikkonen gönlünün Mclaren'de olduğunu ifade etmişti. Ancak henüz bu transfer ile ilgili somut bir adım atılmadı.

Raikkonen konuyla ilgili kişisel internet sitesine koyduğu yazıda, İngiliz ekibiyle maaş konusunda yaşanan uyuşmazlıktan dolayı görüşmelerin durduğu iddialarını reddederken, geleceğine ilişkin hiçbir endişesi olmadığını vurguladı.

Raikkonen, "Formula 1'de tam 9 yıl geçirdiğime inanmak kolay değil. Yarış kazanmak için, yeniden şampiyon olmak için hala çok yüksek bir motivasyona sahibim. Bu yüzden Formula 1'de ancak, bana, önlerde yarışmamı sağlayabilecek bir araç veren takımla mücadele edebilirim. Bekleyip görelim, neler olacak" ifadesini kullandı.

Yaşayan Efsane Kobe


Los Angeles Lakers’ın süper yıldızı Kobe Bryant lig tarihinde 24,000 sayıya ulaşan en genç oyuncu oldu. Takımının Memphis Grizzlies’i 114-98 mağlup ettiği karşılaşmada rakip potalara 41 sayı bırakan Kobe Bryant bir kez daha NBA tarihindeki yerini almış oldu.

6 Kasım 2009 Cuma

Final Four'un Öğrencileri


Mayıs 1992’de Fast Break dergisinin hemen başlarında yer alan “Hava Atışı” köşesini “Yayın Koordinatörü” sıfatıyla ben yazmışım. Ve “Tarih kaybedenleri yazmaz…” cümlesiyle girmişim yazıya. Yıllar sonra “İstanbul’daki Final Four” dendiğinde, herkesin Partizan’ı ve Djordjeviç’in son saniye üçlüğünü hatırlayıp konuşacağını, bütün maç çok iyi oynadığı ve kupayı en az rakibi kadar hak ettiği halde, Badalona’nın ve onun genç yeteneği Tomas Jofresa’nın pek akla gelmeyeceğini öne sürmüşüm. Ve kendimce o turnuvanın unutulması en güç yıldızlarına, Estudiantes’in olağanüstü taraftarlarına saygı duruşunda bulunmuşum.

Şimdilerde bu köşede iyi-kötü “tarih” yazdığımıza ve kimse de keyfimizin kâhyası olmadığına göre, kaybedenlere birkaç satır ayırmanın zamanıdır.

İstanbul’da oynanan Final Four’a kadar, Estudiantes İspanya dışında Avrupa’nın hiçbir ülkesinde tanınmayan kendi halinde, mütevazı bir Madrid kulübüydü. Ramiro Lisesi’nden mezun olanlar tarafından kurulmuştu, adı da “Öğrenciler” demekti zaten…

O yıl Final Four’a olağanüstü bir sürprizle, Maccabi’yi eleyerek geldiler. Bir önceki yıl Real Madrid’in yaşlanmış kadrosunu dağıtarak, karıştırıp dipten çekme usülüyle yeniden kurmasını fırsat bilmiş, Barcelona ile Badalona’nın peşine takılmış ve Avrupa’nın en büyük kupasında İspanya’yı temsil etme hakkını kapmışlardı. Kimler vardı o kadroda?

Alberto Herreros: Estudiantes’in altyapısından yetişmişti ve henüz 23 yaşındaydı. O sezon maç başına 20 sayıya yaklaşan ortalamasıyla takımın en skorer ismiydi. Sonraki yıllarda Real Madrid ve İspanya milli formalarıyla sayısız maçını izledik. İspanya Ligi ACB’nin gelmiş geçmiş en çok sayı atan oyuncular listesinde bugün hâlâ 1 numara.

Rickie Winslow: “İspanya’nın Jordan’ı” olarak tanınıyordu. 30’lu yaşlarından sonra Türkiye’ye de geldi biliyorsunuz, Telekom’a… Sezon boyu pek çok maçın kazanılmasında başrolü oynamıştı ama İstanbul’da hayal kırıklığı yarattı.

Juan Antonio Orenga: Her zaman sağlam, mücadeleci ve atletik özelliklerinden çok aklıyla oynayan bir uzundu. Şimdi de İspanya’nın altyapı milli takımlarında koçluk yapıyor.

Alfonso Reyes: O zamanlar henüz 21’indeydi ve çok az dakika buluyordu. Ama ilerleyen yıllarda, 2.00 metre boyunda olup da, pota altında nasıl oynanır, cümle âleme gösterdi. Ondan sadece 6 santim uzun olan kardeşi Felipe, aile geleneğini sürdürüyor.

Nacho Azofra: Herreros’un yaveri. Onun screen’lerden ne zaman çıkacağını, nerede hangi topu isteyeceğini bilen ve servisi hiç aksatmayan adam. Abdi İpekçi parkelerine çıktığında o da 23 yaşındaydı. Milli takıma kadar uzanan uzun bir kariyeri oldu.

Pepu Hernandez: Takımı Final Four’a getiren koç Martin’in yardımcısıydı. İki yıl sonra direksiyona geçti. Tam 11 yıl Estudiantes’i çalıştırdı. Ama asıl önemlisi, 2006’da İspanya’yı tarihte ilk kez dünya şampiyonu yapan koç olarak tanındı.

Görüldüğü gibi, çoğu genç ve bu seviyeye ilk kez yükselmiş isimler. Haliyle Final Four biraz ağır geldi Estudiantes’e. İki maçı da farklı kaybettiler: İlk gün Badalona’ya 91-69 mağlup oldular, ardından üçüncülük maçında Philips Milano’ya 99-81…

Final Four organizasyonu sırasında NBA, İstanbul’da ilk kez bir “coaching clinic” düzenlemişti (Geçen hafta beni “konfirme” etmeyen arkadaş, buna da kızar şimdi). Hubie Brown, Jack Ramsay, Calvin Murphy ve Bill Walton gibi ünlü isimlerin ders verdiği kliniği organize etmek, NBA lisanslı ürünlerinin Türkiye’de satışı için anlaşma imzalamak ve Avrupa basketboluyla ilişkileri güçlendirmek için başta David Stern olmak üzere NBA üst yönetiminin çoğu buradaydı. Kim Bohuny, Mike Bantom (ki kendileri 1972’de olimpiyat finalini Sovyetler’e kaybeden ABD milli takımının bir üyesi olur ve bunun hatırlatılmasından hiç hoşlanmaz), Josh Rosenfeld gibi profesyonelleri tanımak, onlarla birlikte çalışmak, organizasyona omuz vermek, benim için müthiş bir tecrübeydi. Gündüzleri klinikte (emektar Spor Sergi’mizin gördüğü son basketbol faaliyeti bu oldu) Kim Bohuny’nin yardımına koşuyor, akşamları da Abdi İpekçi’nin yolunu tutuyordum. Maçlarda, Murat Murathanoğlu ile birlikte hakem masasının hemen yanında oturuyorduk. O iki dilde anonsları yapıyordu, ben de odun kesicinin hınk deyicisi rolünde oynuyordum. O koşuşturmada, aradaki güne bir David Stern söyleşisi sıkıştırabildiğim için dünyanın en mutlu gazetecisi de ben oldum herhalde… Fast Break’in o sayısı ve Philips’li Ricardo Pittis’e kapağını imzalattığım bir önceki sayısı, kitaplığımın en değerli parçalarıdır hâlâ… Neyse, uzatmayayım…

Maçlar oynanırken, Estudiantes tribünlerine kaç kere dalıp gittiğimi hatırlamıyorum. Bazen Murat, “Faulü 6 numara yaptı, dimi?” gibisinden bir soruyla beni kendime getiriyordu. Fakat o renk cümbüşünden, o çok sesli korodan, o muazzam karnavaldan gözlerimi alabilmeme imkan yoktu. Takımları oyunun içindeyken, destek olabilmek için hançerelerini yırtıyor, maç kopup gittikten sonra da en küçük bir hüzün belirtisi göstermeden, bandoyla, mızıkayla tribünleri diskoya çeviriyorlardı.



Badalona’ya kaybettikleri yarı finalin ardından rakip basketbolcuları önlerine çağırıp dakikalarca alkışladılar. O arada Estudiantes oyuncuları soyunma odasına gitmişti. Şefkatli alkışlarını onlardan da esirgemediler tabii… Uzun uzun tezahürat yaptılar. Kimi oyuncu belden yukarısı çıplak, kimi ayağında çoraplarla yeniden sahaya döndü. Onlara sarılanlar, ağlayanlar, bugün bile anımsadıkça gözlerimi dolduran sahneler…

Gerçek taraftarlığın nasıl bir şey olduğunu, “Yenilsen de yensen de…”nin içinin nasıl doldurulduğunu ben ilk kez orada gördüm.

TRT-3, Basketbol Nostalji köşesinde İstanbul’daki unutulmaz finali sık sık ekranlara getiriyor. Tomas Jofresa’nın basketiyle bitime 9 saniye kala bayram eden Badalona’nın Djordjeviç’in üçlüğüyle kursakta kalan sevincini görüyor ve basketbol tarihinden önemli bir sayfanın nasıl yazıldığına tanık oluyorsunuz. Ancak bu anlattıklarımı görmenize imkan yok. Hatta, Partizan’a şampiyonluk yolunu açan maçta, yarı finalde Mike D’Antoni yönetimindeki Philips Milano’nun, Yunan hakem Costas Rigas tarafından nasıl ince ince doğrandığını da kimse hatırlamıyor bugün (Rigas şimdi ne iş yapıyor dersiniz?)

Final Four’dan arta kalanları bir başka hafta anlatırım. Fakat aklıma takılan bir soru var, onu sormadan bitmesin bu yazı: 92’de Avrupa basketbolunda hiçbir yerimiz yokken, Efes Pilsen’in önayak olmasıyla aldığımız ve başarıyla yaptığımız Final Four’dan sonra, bu büyük organizasyona neden bir daha hiç aday olmadık?

Yiğiter Uluğ


5 Kasım 2009 Perşembe

Ferrari'den Önemli Açıklama: Çekilmelerin sebebi kriz değil!


Ferrari, Toyota, BMW ve Honda'nın Formula 1'den ayrılma kararlarının, küresel ekonomik sıkıntıdan çok, bu sporda söz sahibi kişilerin karar ve uygulamalarından kaynaklandığını savundu.

Toyota önceki gün Formula 1'den çekilme kararını duyurmuş, bu kararın arkasındaki sebebin ise, "mevcut yıpratıcı ekonomik gerçekler" olduğunu belirtmişti.

Ancak Ferrari'nin resmi internet sitesinde yayınlanan haberde, Toyota ve diğer otomobil üreticilerinin verdikleri çekilme kararlarının, "F1'deki üretici savaşı"ndan etkilendiğini belirtildi.

Açıklamada, "Gerçekte, F1'de yaşanan bu çekilmeler, son yıllarda Formula 1'i de etkileyen ekonomik durumun etkileri değil, ağırlıklı olarak, bu sporu yönetenlerin büyük otomobil üreticilerine karşı savaşının bir sonucudur" ifadeleri kullanıldı.

Yazıda, Ferrari'nin, 2010 sezonunda yarışmasına izin verilen yeni bağımsız takımların, üretici takımlarının çapında olmayacağına inandığı da vurgulandı.

Yazılı açıklamada: "Formula 1 önemli aktörlerini kaybetmeyi sürdürüyor. Son 12 ay içinde Honda, BMW, Bridgestone ve son olarak Toyota çekildiklerini duyurdular. Bunun karşılında Manor, Lotus, USF1 ve Campos Meta geldi. Durumu (onlar gitti yerine yenileri geldi) olarak, aynen devam ediyor niteleyebilirsiniz. Ama bu tümüyle doğru değil. Gelecek yıl Bahreyn'de gridde kaç takımın start alacağını ve bunlardan kaçının sezonu tamamlayacağını göreceğiz" denildi.

Duygularla hareket etmek





Michael schumacher bu yıl formula 1'e dönüş kararının mantıklı değil duygusal olduğunu söyledi.

Felipe massa'nın macaristan grand prix'inde geçirdiği kazanın ardından ferrar brezilyalı pilotun yerine geçmesi konusunda yedi kez formula 1 dünya şampiyonu pilota teklifte bulunmuştu.


Schumacher'in formula 1'e dönmesi umudunun belirmesi yarışseverleri heyecanlandırmıştı ancak; boynundaki çatlak efsane pilotun tekrar gride dönmesine engel olmuştu


Formula 1'e gerçekleşemeyen dönüşü hakkında Reutuers'a konuşan Schumacher mantığı ile değil duyguları ile haraket ettiği için geri dönemediğini ifade etti. Alman pilot " Gerçekten mantıklı bir karar değildi, sadece duygusal bir karardı, 'neden olmasın, yarı zamanlı, yalnızca eğlence amaçlı olabilir' diye düşündüm. İfadesini kullandı.


Schmacher ayrıca "Luca di montezemolo ile konuştuğumda her şeyi düşündüm özellikle de Felipe'nin durumunu, benim kardeşim gibi. Emekli olma nedenimin bir parçası da aracı ona teslim etmekti çünkü en iyi araçla takımda kalmayı hakediyordu. Birazda onun gidişinden sonra geri gelmeyi düşündüm ve bu nedenle 'evet, deneyeceğim.' dedim. " diye konuştu


Şu anda formula 1'e dönme konusunda düşünceleri sorulduğunda ise schumacher " şu an için, hayır." yanıtı verdi.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Rüzgar Gibi Geçti




Tüm dünyayı derinden etkileyen global ekonomik krizin etkisini en fazla gösterdiği spor dalı hiç şüphe yok ki motorsporları. Mekanik bir spor dalı olması ve teknolojiye olan bağımlılığı sebepleriyle harcamaları en fazla olan spor sektöründen bahsediyoruz.

Bu nedenle krizin etkilerini sürekli görüyoruz pistlerde.

Bu sezonun başında , Japonya'nın en büyük ikinci otomotiv şirketi Honda, Formula 1'den çekilmişti.

Sadece Honda değil, Subaru ve Suzuki Dünya Ralli Şampiyonası'ndan, Kawasaki de MotoGP'den çekilmek zorunda kalmıştı.

Krizin pistten uzaklaştırdığı son marka Toyota oldu.

Yaptığı büyük yatırımın karşılığını bir türlü alamayan Toyota, Formula 1'den çekilme kararı aldı.
Böylece Formula 1 Dünya Şampiyonası'nda Japon markası da kalmadı.

Şirketin Başkanı Akio Toyoda, konuyla ilgili yaptığı basın toplantısında takımın başarısızlığı için özür diledi ve "Bu çok zor ancak kaçınılmaz bir karardı. Ekonominin kötüleştiği geçen yıldan bu yana devam edip etmeme kararını görüşüyorduk" ifadelerini kullandı.

Bu karar açıklanırken, takımın başkanı Tadashi Yamashina'nın göz yaşlarına hakim olamadığını da belirtelim.


Ayrıntı vermek gerekirse Dünyanın en büyük otomobil üreticisi Toyota, 2002 yılından bu yana Formula 1'de mücadele veriyor.

Yıllık 300 milyon doları bulan devasa bütçesine karşın, takım tek bir Grand Prix zaferi bile elde edemedi.

Tabi bu işler biraz sabır gerektiyor, ancak günümüz şartlarında pek de bulunmayan bir erdem kendisi...

Toyota F1'de bir renkti ve maalesef rüzgar gibi geçti...

3 Kasım 2009 Salı

Saygı duyulası bir adam: Rubens Barrichello



Şu an F1'deki en deneyimli pilotu olan Barrichello bu yıl pilotlar şampiyonasını üçüncü sırada tamamladı ve kazandığı iki galibiyetle Brawn GP'nin her iki klasmanda da şampiyon olmasına katkıda bulundu. Brezilyalı pilot alçakgönüllülüğü ve kişiliğiyle de her zaman sporseverlerin takdirini kazandı.

Brezilyalı pilot zorlu geçen 2009 sezonunun ardından gelecek yıl Alman Nico Hulkenberg ile birlikte Williams adına yarışacak.

F1 tarihinin en tecrübeli pilotu ünvanını taşıyan ve gelecek yıl Williams'la kariyerini sürdürecek olan Barrichello, 300 grand prix'lik kırılması zor bir rekora da imza atmış olacak.

Brawn GP Takım patronu Ross Brawn Barrichello'nun Barckley merkezli takımına yapmış olduğu yardımlardan dolayı teşekkür etti.

Brawn "Gelecek yıl bir kez daha Formula 1'de yarışacak olmasından dolayı Rubens adına çok mutluyuz. Rubens dört yıldan bu yana bizimle birlikteydi ve sahip olduğu yüksek tecrübe ve şampiyonluk periyodundan takıma yardımlarından dolayı ona saygı duyuyoruz" ifadesini kullandı

Barrichello ise Formula 1'de devam etmesinin sahip olduğu psikolojik yaklaşım olduğunu belirterek, "En önemli şey, kendiniz hakkında ne düşündüğünüzdür. Ben her zaman buna çok önem verdim" die konuştu....

Rubens'in gelecek yıl Toyoto motorundan Cosworth'e geçiş yapacak yeni takımına hep pistte hem pist dışında büyük katkı yapacağı kesin...

1 Kasım 2009 Pazar

HEİDFELD'İN ÖDÜLÜ BİR F1 ARACI


Abu Dabi'deki beşinciliğiyle takımının Wiliams önünde markalar şampiyonasında altıncı olmasına katkıda bulunan Heidfeld'in kariyeri hep ilgimi çekmiştir. Yıllardır şampiyonluk için yarışan bir takıma gitmesini bekledik durduk. Her defasında direkten döndü..Bir kez daha F1'deki geleceği bıçak sırtında..

Heidfeld'i 1999 sezonunda F 3000'de izlemiştim. Geleceğin Maclaren pilotu gözüyle bakılıyordu. F1'e geçer geçmez iyi işler yapacağına inanılıyordu. Bir sene sonra F1'de Jean Alesi'nin takım arkadaşı olarak Prost adına yarıştı. Takım arkadaşıyla çarpıştığı yarışlarla o yıla damga vurdu. Mika Hakkinen ve David Coulthard'ın yarıştığı Maclaren takımında yeralamayacağı için Sauber ile anlaştı. İlk yıl takım arkadaşı Raikkonen'den iyi yarışmasına rağmen Maclaren onu değil, Kimi'yi tercih etti. Ertesi yıl Massa'ya üstünlük sağlasa da büyük bir takıma gidemedi..
Sauber'den sonra 1 yıl berbat bir otomobili olan Jordan ve 1 yıl BMW-Williams adına yarıştı. BMW Sauber'i alınca Heidfeld ile devam etti. BMW'nin Mercedes'e rakip olma emellerine hizmet etmesi bekleniyordu. 4 yılda 10 kez podyum gördü, hiç birincilik alamadı. 2007 Fransa yarışından 2009 Singapur Grand Prix'sine kadar 41 yarışta kaza ve arıza görmeden yarış bitirerek müthiş bir istikrar sağladı ve bu alanda rekor sahibi oldu. Halen GP kazanmadığı halde en çok puan kazanan isim..Alman pilot Abu Dabi'de F1'den çekilen BMW takımıyla son kez pistteydi. Şimdi ne yapacak ? Yıllardır hayalini kurduğu Maclaren koltuğu için adı geçse de yine Maclaren'in Raikkonen'e meyil edeceği söyleniyor.
Severim bu çocuğu, iyi bir otomobille istikrarlı bir takımla daha fazlasını verebilirdi. Peter Sauber kendisine onca yıllık hizmeti karşılığında bir Sauber F1 otomobili hediye etmiş..
Şık davranış..
Umarım gelecek yıl iyi bir otomobilin koltuğuna oturur..

Formula 1'de sezon sona erdi


Formula 1'de sezon Abu Dhabi grand Prix'i ile sona erdi.

Lewis Hamilton yarışa pole pozisyonunda başlamasına rağmen ilk pit stop sonrası frenlerinde yaşadığı sorun nedeniyle yarış dışı kaldı.

Yarışa 2. sırada başlayan Red Bull Pilotu Sebastian Vettel ilk pit stoplar sonrasında Lewis Hamilton'ı geçerek liderliğe yükseldi. Bu geçişten sonra liderliği bırakmayan Vettel finişe kadar lider giderek yarışı takım arkadaşı Mark Webber'in yaklaşık 15 saniye önünde kazanmayı başardı.

Webber son 5 turda baskısını arttıran Button'ın önünde yarışı 2. sırada tamamlarken Dünya Şampiyonu Button yarışı 3. sırada tamamladı. Button son turlarda Webber'i geçmek için elinden geleni yapmasına rağmen Avustralyalı pilotun arkasında kalmaktan kurtulamadı.

Sezonun son yarışı diğer yarışlara göre nispeten sıkıcı bir mücadeleye sahne oldu.

Sezon Jenson Button ve takımı Brawn GP'nin şampiyonluğu ile akıllara kazanırken, yeni uygulamalar, Ferrari - Mclaren gibi takımların kötü performansları, Massa'nın kazası, Schumacherin geri dönemeyişi ve FIA - FOTA tartışmaları öne çıkan önemli konular oldu.

Bu sezon pilot transferlerin şimdiden başladığı F1'de gelecek yıl bizleri çok daha heyecanlı bir yıl bekliyor gibi.

Pazar Fotoğrafları #4 (Abu Dhabi'de pole pozisyon Hamilton'ın)