27 Kasım 2009 Cuma

Harun'la Yaşadığımız Bayram Sevinçleri


“Pegasus omuzlarda” fotoğrafını görünce bu hafta Harun Erdenay’ı yazmaya karar verdim. Daha önce, Slam dergisinin Haziran 2006 sayısında onu ve kariyerini anlatan bir yazı yazmıştım. Fotoğraflarıyla bir araya gelince şahane sayfalar çıkmıştı ortaya… Harun’a da o yakışırdı zaten…Bu gün bayram olduğuna göre, o yazıdan bir bölümü bayram şekeri niyetine sizinle paylaşmamda sakınca yoktur umarım…

“Geçenlerde bir panelde dinlediğim Dr. Erdal Atabek, ‘Çağdaş insanın dünyasında olgun olmak, üstün olmaktan önce gelmelidir’ diyordu, ‘Ne yazık ki, bugünün Türkiye’sinde herkes üstün olmanın peşinde. Bu yüzden birbirine karşı saygısız, sevgisiz, acımasız…’

Dr. Atabek’in söyledilerinden etkilendim, hatta bir yazımda kullanmayı da düşündüm ama bu yazının Harun Erdenay söyleşisi olacağı hiç aklıma gelmemişti, ne yalan söyleyeyim. Olgun insanla üstün insanın farkı üzerine kafa yorduğum günlerde Harun’la buluştum. Uzun uzun sohbet ettik. Birkaç hafta önce formasını duvara asmış bir yıldız olarak, geride bıraktığı yılları anlattı bana. Tam onun insana huzur ve iyimserlik veren rahatlığına, tarihe geçmiş olayları bile usulcacık anlatan sesine kapılmış gidiyordum ki, birden ‘pat’ diye kocaman bir cümle düşüverdi masamıza!

‘Kupalara, şampiyonluklara önem vermedim ben’ dedi Harun, ‘Başarıya önem versem Avrupa’dan; Barcelona, Olympiakos, Kinder Bologna gibi iddialı takımlardan gelen tekliflere evet derdim. Ben hep mutlu, huzurlu olmayı, arkadaşlarımla bir arada oynamayı seçtim.’

O anda kafamda şimşek çaktı. Örnek göstermek için aradığım olgun insan karşımda oturuyordu!

Harun Erdenay, 6 farklı takımda 21 sezon ter döktü Türkiye Basketbol Ligi’nde… 1987-2002 arasında tam 187 A milli maçta forma giydi. Binlerce sayı attı, onlarca maç kazandırdı, milyonlarca kalp kazandı... Yüzlerce kez hayret-takdir-sevinç karışımı duygularla havalara zıplattı bizi. Şöyle bir düşünün, onun efendi duruşunu bozduğu, sözgelimi hakeme itiraz ettiği, rakibiyle dalaştığı, altettiği bir takıma karşı saygısızca davrandığı ya da yenildiği bir maçtan sonra mızıkçılık yaptığı, birilerini kırdığı tek bir sahneyi hatırlıyor musunuz? Hayır, boşuna uğraşmayın. Belleğinizin koridorlarında ne kadar dolaşsanız bulamazsınız.

Harun Erdenay’ın olgunluğu, üstünlüğünden geliyor, bana kalırsa. Yarıştığı tüm rakiplerden iyi olduğunu, canının istediği anda sonucu değiştirebilecek bir şey yapıp kazanabileceğini herkesten önce o biliyordu. Kalbinin en derinlerinde, dile getirmese bile fazlasıyla farkında olduğu bir üstünlük hissi vardı. Bir kere Kemal Erdenay’ın oğluydu o… Yetenek gibi olgunluk da babadan oğula geçiyordu demek ki…”

Harun deyince benim aklıma 15 Aralık 1993 gecesi gelir. O gece Abdi İpekçi’nin parkeleri kolay kolay unutulmayacak bir resitale sahne oldu. Kadrosunda Hüsnü, Levent, Ömer Büyükaycan gibi dönemin önemli isimleri ile Conrad McRae (toprağı bol olsun) ve Kenny Miller gibi çok atletik iki Amerikalıyı barındıran Fenerbahçe, Koraç Kupası’nda Panionios’u ağırlıyordu. Yunan temsilcisinin en büyük kozu, sonraki yıllarda sarı-lacivertli formayı giyecek olan Amerikalı skorer Henry Turner’dı. Atina’daki ilk maç 15 sayı farkla Panionios’un üstünlüğüyle bittiği için, rövanşta alınacak galibiyetin yanı sıra fark da önemliydi. Harun o gece 40 dakika boyunca canının istediği her şeyi yaptı. Üçlükler, orta mesafeli şutlar, havada asılı kalıp bitirdiği turnikeler, smaçlar… Rakip ne yaptıysa, nasıl tutmayı denediyse başarılı olamadı ve Harun’un 45 sayısıyla Fenerbahçe 102-87 kazandı. O maçın istatistik kağıdını uzun yıllar saklamıştım (Hatta hâlâ kütüphanemin bir köşesinde, bir kitabın içinde olduğunu tahmin ediyorum ama o kadar iyi saklamışım ki, bulamıyorum).


Sayılarıyla takımını ayakta tutmanın ve Harun’u hiç değilse bir nebze yavaşlatmanın derdinde olan Turner, Harun’un kaçırdığı bir atıştan sonra hücum ribaundunu alıp pozisyonu yine basketle bitirmesine çok içerlemiş ve takımın pivotuna “Hey man! Adam zaten çok nadir kaçırıyor, onda da topu alamıyorsunuz” diye fırça atmıştı. Gecenin sonunda arkadaşlarla Levent’teki Sherlock Holmes Bar’a gitmiş ve tabii ki ilk kadehlerimizi, bizi böylesine bir performansla hem sevindiren, hem de şaşkına çeviren “büyük sanatçı” için kaldırmıştık.

O galibiyete karşın Fenerbahçe, gruptan çıkmayı başaramadı. İlk sırayı Stefanel Trieste’ye kaptırdı. İtalyan takımının başında kim vardı peki? Bugün Milli Takım’ın benchinde Harun’la yan yana oturan Bogdan Tanjeviç.

Bu arada fotoğrafta göğsü THY reklamlı milli formayla maç sonu omuzlara alınmış gördüğünüz Pegasus’un, o sevincini hangi galibiyete borçlu olduğu konusunda da çeşitli görüşler var. O maç İstanbul’daki Belçika maçıdır. Kasım 1992 olmalı. İlk yarıda 6 sayı farkla gerideydik ama 66-54 kazandık. 1991 Kasım'ında oynanan ilk 3 maçta, Mehmet Baturalp-Murat Didin ikilisi yönetiminde sadece 1 galibiyet alabilmiştik. Mart 92’de Turgay Demirel federasyon başkanlığına seçilince Milli Takım’ı Aydan Siyavuş’a emanet etti ama yeni teknik kadronun işi çok zordu. Çünkü Avrupa Şampiyonası’na gidebilmek için bir hafta içinde oynanacak 3 maçta 3 galibiyet gerekiyordu. Önce Çek Cumhuriyeti’ni deplasmanda uzatmada yendik, arada Harun’un omuzlarda bitirdiği Belçika maçında Abdi İpekçi bayram yerine döndü ve nihayet Hollanda’yı deplasmanda iki uzatmada devirip, vizeyi aldık. Olağanüstü günlerdi.

Noktayı o Belçika maçından komik bir sahne ile koyayım:

Salon hava atışından saatler önce dolmuş. İçeride rahat 13-14 bin kişi var, 3-4 bin kişi de kapılar kapandığı için dönmek zorunda kalmış. Sahil Yolu’nda, Zeytinburnu’nda trafik kördüğüm… Milli Takım otobüsü salona zorlukla girebiliyor. Ama koç Aydan Siyavuş, otelden kendi arabasıyla yola çıktığı için takılıp kalıyor. Maça bir saatten az bir zaman var ve Siyavuş hâlâ Bakırköy-Kazlıçeşme arasında bir yerlerde. Gördüğü ilk polise, “Ben antrenörüm, bu maça mutlaka yetişmem lazım” diyor. Siyavuş’u tanımayan polis, “Hocam yollar felaket, yetişiriz ama maçın başından birkaç dakika kaçırırsınız herhalde” diyecek oluyor… Aydan Hoca “Yahu ben Milli Takım Antrenörüyüm” deyince, telsizler, anonslar, motorlu eskortlar, herkes seferber oluyor ve hava atışına 20 dakika kala koç soyunma odasından içeri girebiliyor.

Sağolsun Harun, ışıklar içinde uyusun Aydan Siyavuş… Çok bayram sevinci yaşattılar bize… Mutlu bayramlar.

Yiğiter Uluğ


0 yorum: